Cuma günü Haliç Kongre Merkezi’nde Baþbakan’ý dinlemek yakýn ve uzak tarih içinde uzun bir yolculuða çýkmak gibiydi..
Eski Türkiye’nin manzarasýný, gücünü ve ilhamýný popüler bir söylemden deðil, hakikatten alan bir söylemle yeniden hatýrlattý Erdoðan. Damdan düþenlerin daha iyi anlayabilecekleri Eski Türkiye’de, damdan düþen biri olarak, o konuþmayý tereddütsüz ayakta alkýþladým.
Baþbakan konuþurken, aklým bir yandan da, MÝT’in Susurluk dosyasýna gönderdiði yeni ses kayýtlarýndaydý. O ses kayýtlarýndan birinde, MÝT’çi Tarýk Ümit, Mehmet Eymür’le konuþuyor:
“Gece Fevzi Aslan’ý aldýk, iþi bitti. Yanýmda Ziya, üç kiþi daha var. (...) Ben Ziyalara dedim ki; ‘Siz Ýstanbul’a dönün, cumartesi günü oluyor bu hadise tamam mý aðabey.’ Birimin patronu Ýbrahim Þahin. Ýbrahim Þahin ve ekibinin iþi bu, tamam mý aðabey? Arabadan açtým; Mehmet Aðar’ýn emri var santrala 24 saat hangi saatte olursa olsun, Tarýk Ümit aradýðý zaman baðlayacaksýnýz. Onu da biliyorum açtým buna, buldular. Dedim o konu halloldu dedim. Böyle gayet sevinçli bir þekilde ‘Çok memnun oldum, gözlerinden öperim... Neredesin’ dedi. ‘Yorgun musun’ dedi, ‘Deðilim’ dedim. ‘Gelebilir misin’ dedi, ‘Zaten gelmeyi düþünüyordum’ dedim. ‘Ben, müsteþar beyin evinde misafirim’ dedi. 02.00’de aradým müsteþarýn evini ‘Yeni binaya gel’ dedi. Hadise bu, gel dedi bu akþam gitme kal burada. Ben seni istersen polis evine istersen Hilton’a götüreyim. Yok aðabey dedim çektim döndüm.”
***
Sapanca üçgeninde iþlenen cinayetler ve Mehmet Aðar hakkýnda yazýlmýþ onlarca yazý var arþivimde.
O yazýlardan bir ‘potpori’ hazýrladým. Yeni bir metin çýktý ortaya, adýný ‘bir hafýzanýn potporisinden seçmeler’ koydum, beðenerek okuyacaðýnýzý umuyorum:
“Mesleðe, ‘Pike’ lakaplý bir Mülkiyeli olarak baþladý..
Sonra merdivenleri hýzla týrmandý.
Emniyet müdürü, emniyet genel müdürü, milletvekili, adalet, içiþleri bakaný ve parti lideri oldu.
Ama kabul etmek lazým ki Mehmet Aðar’ý, Mehmet Aðar yapan, Susurluk’a attýðý imzadýr.
Susurlukçu kimliði, Mehmet Aðar’ýn çoðul kimlikleri arasýnda en baba yerde durur.
Susurluk kazasý olmasa, cumhurbaþkaný olmasý iþten bile deðildi..
Bu ülkede binlerce ölünün, binlerce cesedin üstüne inþa edilen duvardan bir tuðla dahi çekilemeyeceðini bize hatýrlatan da odur, bin operasyon yönettim diyen de..
***
Mehmet Aðar’ý kiþisel olarak tanýmýyorum, normal sayýlabilecek þartlar altýnda ve herhangi bir yerde þimdiye kadar hiç karþýlaþmadýk bile.
Ama Aðar’ý uzaktan da olsa epey görmüþlüðüm vardýr.
Ayrancý, Karyaðdý sokakta, Rus elçiliðinin tam karþýsýnda bir evde oturduðum yýllarda bazen Aðar’ý uzaktan görürdüm.
Ayný sokakta Elazýðlýlarýn bir restoraný vardý. Aðar zaman zaman o restorana yürüyerek gelirdi, ona üçüncü kattaki evimin penceresinden bakardým. Rahat ve kendinden emin adýmlarla yürürdü. Benim ise içimden bir þeyler kopar giderdi.. O anlarda aðýr bir hüzün kaplardý içimi. Sapanca’daki infazlar, öldürülen dostlarýmýn hatýrasý, kendi yaralý ve yarým kalmýþ insan halim, yüreðime bir alev topu gibi düþerdi.
Bir yanda Aðar’ýn en muktedir olduðu dönemlerde iþlenmiþ onlarca, yüzlerce infazýn hakikati. Bir yanda yaþadýðým sokaðýn sessizliðini ve huzurunu bitiren, beni gelip burada da bulan, Aðar’ýn o kaygýsýz, o kendinden emin adýmlarý..
Mehmet Aðar’ý gördüðüm o anlarda, dünyanýn bütün adaletsizliklerini yaþamýþ ve sonuçta kapana kýstýrýlmýþ çaresiz biri gibi hisseder, her þeye kahrederdim.. ‘Düz ovada siyaset’ lafýný sarf edip, herkesi þaþýrttýðýnda, bu lafý önemsemiþ olsam bile, doðrusu, içimden mümkün olsa da Aðar’la Kürt meselesini konuþsak diye bir þey geçirmedim ‘bin operasyon yöneten adam nasýl olur da bu kadar hýzlý ‘deðiþir’ diye hiç merak etmedim.. ‘Bölgeye’ seyahatleri olduðunda, ne kaldýðý oteli aramýþlýðým vardýr ne yemek yediði sofralara oturmuþluðum.
***
Mehmet Aðar’ýn hazýrladýðý milletvekili listelerini, o listelere girebilmek için kýlýktan kýlýða girenleri ve Aðar’ýn siyasi tekamülünü hiç merak etmedim; ama Mehmet Aðar’dan o dehþet yýllarýnda, herkesin korktuðu kadar ben de korktum.. Aðar, hala aydýnlatýlmayý bekleyen karanlýk bir dönemin ruhuna sinmiþ, kamusal bir korkunun en önemli temsilcisidir. O bunu bilmez, onunla 1995 yýlýnda Diyarbakýr’a giden bir uçaða tesadüfen beraber bindik. Gözaltýndaydým ve ellerim kelepçeliydi. Ankara emniyetinin hücrelerinde üç gece geçirmiþ, þimdi de uçakla Diyarbakýr’a götürülüyordum. Ýki gün önce Gazi Mahallesi taranmýþ 17 kiþi hayatýný kaybetmiþti.. Otopsi raporuna göre bu 17 kiþi de polis kurþunuyla öldürülmüþtü.
Ve Mehmet Aðar, Emniyet Genel Müdürü’ydü..
Beni Diyarbakýr’a götürecek polis memuru ‘Efendi bir adama benziyorsun, kelepçeni çözeceðim, ama sakýn bir kelek yapayým deme, ayný uçakta genel müdürüm de var, beni mahcup etme!’ dediðinde, inþallah yüz yüze gelmeyiz, ve Aðar beni tanýmaz diye içimden dua ettim..
Bu korku, hep baki kalmýþ olacak ki, o Diyarbakýr seyahati daha sonra benim ilk kitabým olan Dýjwar’a 2004 yýlýnda þu sözlerle geçti:
‘Alana iniyoruz. Kelepçelerim yeniden takýlýyor. Uçaðý terk ediyoruz. Bizi karþýlamaya gelenler var. Ama bizim için gelen görevliler kim, ayýrt edemiyoruz. OHAL Valisi Ünal Erkan’la birlikte kalabalýk bir polis grubu uçaðýn durduðu yere doðru yürüyorlar.. Ünal Erkan’la Aðar’ýn sarýlýp kucaklaþmasýna bakýyorum. Derin devletin bu iki derin bürokratý can ciðer iki dost gibi hitap ediyorlar birbirlerine. Ünal Erkan’ýn Mehmet Aðar’a sarýlýrken, ‘Mehmetciðim’ diyen gür ve tok sesini duyuyorum.. Çýkýþa doðru yürürken o anda tanýmlamada güçlük çektiðim bir korkunun içimde uyanmaya baþladýðýný hissediyorum.Yok hayýr ne Ünal Erkan ne Mehmet Aðar beni þahsen tanýmýyorlardý. Fakat sanki göz göze gelsek, þu an fark ederler beni, kendimi yeni bir yaþam tehlikesi içinde bulurum gibi bir duygu vardý içimde. Açýkçasý onlardan korkuyordum. Türkiye’nin iki muktedir insanýydýlar onlar. Belki de Afrika atasözünde sözü edilen filler kadar güçlüydüler..’
***
Bu korkuyu acaba kaç kiþi yaþadý dersiniz?
Mehmet Aðar hakkýnda henüz mahkemelere intikal etmiþ hiçbir þey yokken, henüz Susurluk yaþanmamýþken, Aðar ve ekibinin insanlarýn içine düþürdüðü bu korkunun sebebi neydi acaba Kuþkusuz o tarihten bu yana geçen zamanda birçok þey aydýnlandý, devam eden önemli davalar var. Herkesin korkmasýna yol açan sebepler bir bir biliniyor artýk.
‘Kapýyý çaldýk, kapý açýlýr açýlmaz içeriye girdik, hepsini yere yatýrdýk. Ne yapacaðýmýz konusunda talimat almak için Abdullah’a (Çatlý) birini gönderdik. Abdullah eter ve pamuk göndermiþ, ‘hepsini teker teker bayýltýp öldürelim demiþ. Dýþarý çýkýp arabada bekleyen Abdullah’la konuþtum. ‘Evde öldürmek zor olacak, ikiþer ikiþer götürüp öldürelim’ dedim. Olur dedi. Ýki kiþiyi büyük reisin arabasýna bindirip Eskiþehir yoluna götürdük. Müsait bir yer bulup ikisini de yere yatýrýp kafalarýna ateþ ettik. Geri döndük. Böyle zor olacaðýný anlayýnca Abdullah ‘tek tek boðalým bunlarý’ dedi. Bir tanesini zorla boðdum. Diðer dördünü bu þekilde öldürmek zor olacaktý. Arkadaþlarý gönderdim sonra da sedirin üzerinde bulunan dört kiþiye yakýn mesafeden ateþ ederek mermilerin hepsini boþalttým. Silahý da götürüp Abdullah’a verdim.’
Serdar Alten bu katliamdan sað kurtuldu ve ölmeden önce polise verdiði ifadede katliamý gerçekleþtirenlerin isimlerini söyledi. Bu isimler, Abdullah Çatlý, Ýbrahim Çiftçi ve Haluk Kýrcý’ydý. Haluk Kýrcý sýkýyönetim savcýlarýna yukarýda okuduðunuz ifadeyi verdi.
12 Eylül faþist darbesi, bu kitle katillerinin yarattýðý kanlý ortamda gerçekleþti.
Ve bu kitle katillerinin yollarý, 80’lý 90’lý yýllarda JÝTEM ve MÝT’le kesiþti..
Sonrasý Kürt savaþýdýr..’
Türkiye Cumhurbaþkanýný seçerken, eski Türkiye’nin manzarasýný unutur ve Türkiye’yi bu savaþýn içinden çekip çýkaran Baþbakan Erdoðan’ý ilk turda köþke çýkarmazsa yazýk eder..
Hakikaten yazýk eder!