-Bir ideolojik savaşın sembol ismi olan- Benî Sadr'ın vefâtı üzerine..

İran'ın ilk cumhurbaşkanı Ebû'l-Hasen Benî Sadr'ın dün, Paris'te 88 yaşında vefat ettiği açıklandı. Bu konu herhalde nicelerimizi düşündürecek mahiyettedir.

O halde buyurunuz..

*

İran'da son Şah M.Rızâ Pehlevî'nin 1979 başında ülkeden kaçmasını sağlayan 'İslam İnkılabı Hareketi'nin en dağdağalı günlerinde, yeni rejimin adının, 'İslâm Cumhûriyeti' olacağı, İran halkına açıkça ilân olunmuştu,

Sonra bir Anayasa da hazırlanmış ve yeni rejimin adının, 'Cumhûrî-y'i İslâmî' olduğu hükme bağlanmış ve yapılan seçimde de Ebû'l Hasen Benî Sadr, İran'ın ilk Cumhurbaşkanı olarak seçilmişti.

*

Ama, Baasçı Saddam Irak'ı, 22 Eylûl 1980 günü, İran'a âniden saldırmıştı. Bu savaş, 8 yıl sürecek ve her iki taraftan en az 1 milyon insanı yutacaktı.

İnkılapın lideri İmam Rûhullah Khomeynî, savaşta Başkomutanlık yetkisini C.Başkanı Benî Sadr'a vermişti. Irak Ordusu, İran'la olan 1200 km'lik ortak sınır boyunca yer yer 130 km'yi aşan şekilde ilerler ve her tarafı yakıp yıkarak, sivil halkı dahi ezip geçer iken..

İran içinde de iki anlayış, iki mektep / iki ekol derinden derine hesaplaşıyordu.

Başbakan Muhammed Ali Recaî halkın mustaz'af, ezilen ve dindar kesimlerini temsil ediyordu, Benî Sadr ise, Garbçı/ Batı'cı bir başka çizgiyi..

Savaş cephelerinden yardım isteyen komutanlar, kendi yaklaşımlarına göre, ya Benî Sadr'ın himayesine mazhar oluyorlardı, ya da, Başbakan Recaî'nin.. Ve yardımlar birbirinin tam karşıtı olan 'mektep / ekol' hesaplarına göre gönderiliyor veya gönderilmiyordu. Ve tabiatıyla, bu iki cereyan cephelerdeki veya cephe gerilerindeki toplumu da şekillendiriyordu. Her iki cereyanın taraftarları da, 'savaş, karşı eğilim ve liderlerini güçlendirecek şekilde gelişecek veya bir zafer öyle elde edilecekse, zaferin sadece kendi eğilimlerini temsil eden komuta merkezlerince kazanılması gerektiği' konusunu açıkça dillendiriyorlardı.

Daha açık bir deyimle ifade etmek gerekirse, Recaî tarafdarları, ve kendilerini 'Hizbullahî' olarak niteleyen mütedeyyin kitleler, 'İslâm adına gerçekleştirdikleri bir büyük 'qıyâm ve inkılabın bütün kazanımlarının, Benî Sadr'ın başkomutanlığında kazanılan bir zaferle havaya savrulacağını ve tam da İslam düşmanlarının istediği şekilde 'Garbî /Batıcı- laik dünya görüşünün ülkeyi, -başka Müslüman coğrafyalarında görülen örneklerde olduğu gibi- o zafer havasıyla teslim alacağını; bu yüzden, o cenahın güçleneceği bir zaferden ise, yıllarca savaşmayı tercih edeceklerini söylerken; Beni Sadr'ın arkasında saf tutan sosyal kesimler ise, 'Hizbullahî' denilen kesimlerin liderliğinde kazanılacak bir savaşın, İran içinde kendilerini 'rûşenfikr/ aydın ' diye niteleyenlerin sonunu getireceğini' belirtiyorlardı.

'İran-Irak Savaşı' korkunç şekilde devam ederken, Amerikancı ve de yarı-marksist eğilimli kabul edilen 'Halkın Mücahidleri' isimli örgüt başta olmak üzere, nice güç odaklarının ülke içinde çıkardığı kanlı anarşi ve terör eylemleri ve büyük sosyal çalkantılar sürüyordu. İnkılabın İmam Khomeynî'den sonraki en etkin lideri olan Muhammed Huseynî-i Beheştî , İmam'a yazdığı bir mektupta, 'Garb Mektebi'ne bağlı olanlarla bizim bir arada hareket etmemizin mümkün olmadığı bir daha anlaşılmıştır. O halde, siz o cereyanla birlikte hareket edebileceğinize inanıyorsanız, izin veriniz, bizler kenara çekilelim..' diyordu.

Ve... 28 Haziran 1981 gecesi de, Beheştî ve onlarca Bakan, m. vekili ve diğer seçkin yöneticiler olmak üzere, 72 kişi bir bombalı saldırıda katledilince.. Daha korkunç bir iç boğuşma başlıyor ve İran Meclisi, 'kifayetsizlik/ yetersizlik' gerekçesiyle Cumhurbaşkanı Benî Sadr'ı istizah'a,/ gensoruya tâbi tutuyor ve amma, nerede olduğu bilinmeyen Benî Sadr'ın azledilmesini İnkılabın lideri İmam Khomeynî'ye teklif ediyor ve azl hükmü açıklanıyordu.

Ortalıkta gözükmeyen Benî Sadr'ın ise, çarşaf giydirilerek, bir askerî uçakla, gençlik yıllarında yıllarca yaşadığı Paris'e kaçırıldığı anlaşılıyordu.

*

Benî Sadr, kendi cumhurbaşkanlığının, Fransa'da geçirdiği uzuuun yıllar boyu gözlemlediği, oralardaki cumhurbaşkanlığına benzeyeceğini umuyordu. Halbuki, Anayasa'da getirilen bazı kurumlar, özellikle de, 'Velâyet-i Faqih (İslâm hukuku konusunda 'feqahat / derin bilgi' sahibi olduğu belirlenmiş bir faqih'in) önderliğinde, yani, halkın rey ve iradesi, İslam'ın temel hükümleri çerçevesi içinde geçerli olacaktı.

Bu konuda, İnkılab'ın ilk döneminde başbakanlığa getirilen (1953'lerde, petrolün millîleştirilmesi günlerinde, Musaddıq Hükûmeti'nde Petrol Bakanlığı yapan) Mehdî Bazergân, İmam Khomeynî ile arasında yönetim konusunda derin görüş ayrılığı olduğunu görüp, başbakanlığının henüz 9'ncu ayında istifa etmişti, Benî Sadr'dan çok önce...

Ki, o zaman, ünlü bir Fransız yayın organında yayınlanan mülâkatında Bazergan, 'Khomeynî ile aranızdaki ihtilaf, çok mu derindi?' şeklindeki bir soruya, 'Hayır-hayır.. Biz, İslâm'ı İran için istiyorduk.. Khomeynî ise, İran'ı İslâm için istiyordu..' diye cevap veriyor, aralarındaki o 'küçücük ayrıntı'(!?)'ya böyle dikkati çekiyordu.

İhtilaf daha bir derinleşiyor, sınır boylarındaki savaştan daha derin bir savaş ülke içinde ve başkent Tahran'da ideolojik açıdan bütün şiddetiyle şekilleniyordu.

İran, 8 yıllık savaştan, toprak birliğini koruyarak çıkmıştı, ama İnkılap rejimi de en fedakâr neslinden yüzbinleri savaş meydanlarında bırakmıştı.

Daha da ilginç ve hayıflanılacak olan hususu ise, Beheştî'nin mühendis oğlu Ali Rızâ, birkaç sene önce, 'İslâm İnkılâbını, sonunda bir Şiî inkılâbına dönüştürebildik!!..' diye anlatmıştı.

*

Benî Sadr'ın son 40 senedir yaşadığı Paris'te dün ölümünün, arka planından küçük bir kesit..

*