Bir “inadýna” Türk: Ben!

Bir yazara verilebilecek en deðerli mânevî armaðan okuyucularýnýn teveccühüdür.

Dün yayýnlanan “Maazallah Türk” baþlýklý yazýma aldýðým olumlu tepkiler için derin þükranlarýmý sunarým!

Bu vesîleyle, öteden beri bana zaman zaman yöneltilen bir suale de buradan bir kere daha alenî cevab vermek istiyorum:

Hayýr! Ben Türkiye Cumhûriyeti’nden baþka bir ülkenin vatandaþý deðilim!

Ömrüm boyunca hiçbir zaman da olmadým!

Hattâ 12 Eylül Nâmussuzlarý bana kan kustururken de inad edip baþka bir tâbiiyete geçmedim!

Çok istiyorlardý beni canýmdan bezdirip kaçýrmak ama onlara bu hazzý tattýrmamak için bâzý sýkýntýlarý göze almayý tercîh etdim.

Deðdi de!

Üstelik, hakkýmda, gelip tuzaða düþeyim diye benden gizli tutulan, ama yurdsever bir emniyet görevlisinin bana bildirdiði bir tutuklama emri bulunmasýna raðmen dört günlüðüne Türkiye’ye girip ilâveten o zamanki zorba ve mütegallibe Devlet Baþkaný Kenan Evren’in verdiði bir kabûl resmine bile katýldým. Orada devirdiðim üç kadeh kokteylin tadý hâlâ damaðýmdadýr. Kenan Evren þerefine kadeh kaldýrarak içilen kokteyller bir baþka oluyordu.

Bunu yapabildim, çünki zamânýn Almanya Devlet Baþkaný Sayýn Richard von Weizsaecker, Türkiye’ye yapdýðý resmî ziyâretde bir jest olarak beni de yanýna almak lütfunda bulunmuþdu.

Velhâsýl “Türk” olmakdan bir türlü vazgeçemedim.

Psikanalistim bunun, nev’i þahsýna münhasýr bir mazoþizm türü olduðu teþhîsini koydu.

Gayrý-kaabil-i tedâvî imiþ.

Ama fazla üzerine gitmez, meselâ aþýrý derecede târihî roman filan okumazsam ileri yaþlara kadar nisbeten normal bir ömür sürebilirmiþim.

Lâkin bunlar eski hikâyeler...Günümüze dönelim:

Bir okuyucum da Kürdce eðitim hakký konusunda ne düþündüðümü sormuþ.

Bir kere bunun tabii bir hak olduðunu ve bunu Kürd kökenli, Türklerin elinden almanýn gayrý-meþrû bir davranýþ olacaðýný belirteyim ki maalesef bu gayrý-meþrû davranýþ yaklaþýk 75 sene bütün þiddetiyle uygulanmýþdýr. Þimdi ise hafifletilmiþ bir tarzda sürmektedir.

Kanaatimce bu meseleye “Kürdce” eðitim hakký olarak bakmak da hatâdýr. Doðrusu, Anadili Türkçe olmayan bütün Türklerin anadillerini öðrenme hakký olmalýdýr ki buna tabii Arab, Laz, Gürcü vs. kökenli bütün yurddaþlarýmýz da girer. Burada “anadili Türkçeolmayan TÜRKLER” derken bunu “etnik” deðil “politik” baðlamda söylediðimi bilmem bilhassa belirtmeye gerek var mý?

Eðer Türkiye’de yazýyorsanýz VAR!

Zîrâ Türk okuyucusunun karakteristik vasýflarýndan biri, yanlýþ anlaþýlmasý mümkin herþeyi ýsrarla yanlýþ anlamakdýr. Bir tür spor...

Anadili Türkçe olmayan Türklerin anadillerini öðrenme haklarýný saðlamak ise gerçekden zor deðildir:

Önce ihtiyaç mikdarlarýný tesbît ederek yeterli sayýda “o anadilli” ve üniversite mezûnu gençleri, belli baþlý birkaç üniversitemize açýlacak ek fakültelerde öðretmen olarak yetiþtirirsiniz ki birer yýllýk düzgün bir eðitim buna yeterlidir, çünki zâten üniversite mezûnunu uzmanlaþtýrýyorsunuz.

Buna paralel olarak ders kitablarý da hazýrlanýr ve ertesi öðretim yýlýnda ve gerekli olan okullarda ek kurslar olarak normal tedrîsat baþlar. Gerçi böylece bu çocuklarýmýz etnik Türk çocuklarýna göre haftada iki üç saat fazla ders görmüþ olurlar ama netîceten anadillerini de hem sözlü hem daha da mühimi yazýlý olarak öðreneceklerinden bu kaabil-i tahammül bir ek yük olur.

Türkiye’deki kültür hayâtýný da rengârenk yapar, þenlendirir.

Ýleride biyograflarým beni “Hallâl-i Müþkîlât” (müþkilleri halledici) sýfatýyla anarlarsa hiç þaþmam.

Bunu ziyâdesiyle hak ediyorum.

NOT: Bogotá’dan yazan deðerli okuyucuma...Cevâbým hep geri geliyor. Selâm...