Mustafa KARAALİOĞLU
Mustafa KARAALİOĞLU
Tüm Yazıları

Bir İslamcı olarak ben, sen, o...

Artık bitmiş olduğunu umduğum İslamcılık tartışmasına son bir hamleyle katkı yapmak istiyorum. Hissediyorum kolay da olmayacak... Zira, mevzu kısa sürede “Ben ne kadar iyi bir İslamcıyım” gösterisine gelip dayanmış durumda. Bir tartışmanın en acımasız ve sinsi hali de budur.

Evvela şunu söyleyeyim, kimliğimi gayet tabii ki “Müslüman” olarak tanımlıyorum. Ama, bugünkü ideolojik klasman gereği bana “İslamcı” denilmesinden de gayet tabii ki memnun oluyorum. Hiç itiraz etmiyorum, etmem de. Benim zihnimde, fikir dünyamda, kendi tanımladığım şekliyle “Siyasal İslamcılık” da fevkalade muteber ve taşınması memnuniyet verici bir sıfattır.

Yine de ideoloji yarışından hoşlanmadığım için ve bunun çoğu kez maksadı aşan bir çatışma aracı olduğunu defalarca tecrübe ettiğim için; kimliğimin Müslümanlıkla, siyasal duruşumun da demokratlıkla tanımlanması daha uygun bulurum. Ama tekrar söyleyeyim, “İslamcısın” diyene itiraz etmem, şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da gururla kabul ederim.

2001 Türkiyesi’nden bugüne

Naçizane, okyanusta damla misali literatüre katkımız da olmuştur. 2001’in sonlarında, o dönemin şartlarının doğurduğu sorumlulukla dizi röportajlar yaparak konunun gündeme gelmesine gayret etmiştim. Hatta, Ali Bulaç’la oturduğumuzda “Konuşup bırakmayalım. Bunu dert edinelim ve uzun soluklu bir tartışmaya dönüştürelim” diye anlaşmış, öyle de yapmıştık. Yalçın Akdoğan ve başka isimler de o projenin içindeydi. Çok değerli katkılar verdiler. İslamcılık düşüncesinde değişimi ve dönemin bütün dindar aktörlerinin durumun tanımlayan; böylelikle, hepimizin önüne bir perspektif koyan “Üçüncü nesil İslamcılık” kavramı da o röportajlarda olgunlaşmıştı.

28 Şubat karanlığında bir soluk almanın yollarını arıyorduk. O karanlıktan çıkmanın yolarının yine, 28 Şubat’ta baskı altına alınan bu düşünce dünyasının insanlarında olduğuna hükmettik. Bunun yollarını konuştuk, tartıştık, tartıştırdık. Nitekim de öyle oldu. Hem de çok geçmeden...

Yeni Türkiye’nin karakteri

Bu topraklarda geleneksel ve güçlü bir İslamcı siyasal akım vardır. Bugün de İslamcılık aynı gelenekten ilham almakta ve iddia edilenin aksine tarihinin en güçlü dönemini yaşamaktadır. Siyasal, sosyal, fikri ve iktisadi ünitelerin tamamında İslamcılığın gücü tahakkuk etmiştir.

Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı değişimin ve ısrarla kullandığım kavramla “Yeni Türkiye”ye vasıl olma sürecinin bu farklı sektörler marifetiyle gerçekleştirildiğini defalarca yazdım. Temel değiştirici gücün, siyasal liderlikten başlayarak medya, toplumsal dinamikler, fikir hayatı ve iktisadi girişimlerine kadar “muhafazakar çoğunluk” olduğunu söyledim, söylemeye devam ediyorum.

Yeni Türkiye’ye geçişi; siyasete, İslam’a, cemiyete, dünyaya ve “öteki dünyaya” benzer perspektiften bakan bu çoğunluk sağlamıştır. İslamcılık, elbette dini üniteleriyle değil ama siyasal vizyonu itibariyle değişmiştir; böylelikle kuşatıcı olmuştur. Bugün çoğunluk haline gelerek değiştirici güç özelliği kazanan “muhafazakar” kitle, değişen İslamcılıktan başka bir şeyi ifade etmemektedir. Bitmek şöyle dursun İslamcılık bütün referanslarıyla ayaktadır. Bu, “üçüncü nesil İslamcılık”ın başarısıdır.

Üçüncü dünyacılık, ulusalcılıktır

Bu vesileyle belirtelim; üçüncü dünyacılık, sermaye düşmanlığı, siyasete ve aktif dış politikaya burun kıvırmak İslamcılık değil, nevzuhur ulusalcılıktır. İslamcı olmak için ezberden muhalif olmak da gerekmez... Bazı İslamcıların bu hallere duçar olması, fikri bir mesai veyahut dini referansların yeniden ihyasıyla değil, mevcut iktidardan hazzedip etmemekle alakalıdır. Mesela... Suriye meselesinde, Esad’a destek vermekten başka sonuç doğurmayan analizlerin İslamcı dünya görüşüyle alakası yoktur. Zira, birer siyasal pozisyon olarak Baasçılık veya İrancılık, kat’i surette İslamcılık değildir. 

Ayrıca...

Evet, İslamcılık bitmemiştir ama kimliğini İslamcı olarak tanımlamayan Müslümanları ilkesizlik ve düzene uymakla suçlamak ahlaki değildir. Netice itibariyle hiçbir dindar, Müslüman kimliğinin ötesinde bir tanıma mahkum değildir.

Kendisini ilkeli ve tutarlı bir siyasal kimlik olarak takdim ettikten sonra, karşısındakilere bunların zıddı imalarla hücum etmek ise bırakın İslamcılığı, İslam ahlakıyla da bağdaşmaz. İnsan, bir sebeple dışında kalsa ve aktörü olamasa da değişimi takdir etmeyi bilmeli. Bilmeli ki, İslamcılığın sonraki nesilleri için geride mücadele ahlakı numuneleri kalabilsin.

Ali Bulaç’a selam olsun...

Tartışmak ve tartışmayı sürdürmek bazılarımız için zor bir iş. Hele, kendinden menkul bir üstünlük havasında yazıp giderken birisi çıkıp, “Bir dakika, işin başka yönü de var...” diyecek olsa bazıları soğukkanlılığını hemen kaybediyor. Ali Bulaç’ın kaybettiği gibi. Tartışmanın tarafı olarak eleştirilere cevap vereceğine, benim sipariş yazı yazdırdığımı söylemiş. İddiası o kadar gülünç ki, reddetmek bile aşırı ciddiyet olur. İslamcıya su-i zan ve bühtan yaraşmaz!.. Sadece, altından kalkamayacağı tartışmalara girmemesini tavsiye ediyorum.