Bir “Masal İçinde Masal” hikayesi

Edebi sanatlardan biri "intak"tır. Kelime anlamı konuşturma, söyletme olan bu ifade, insanların dışındaki varlıkları, özellikle hayvanları konuşturarak onlar aracılığıyla gerekli nasihati, mesajı vermeyi amaçlayan edebi eserler için kullanılır. Hiçbir medeniyetin edebiyatı bu sanata bigane kalmamış. Bizde "Kelile ve Dimne" (Tamam, Kelile ve Dimne'yi Beydeba, İslam öncesi Hint krallarından biri için yazmış, biliyorum. Ama Sanskritçe yazılmış olan bu eser önce Pehleviceye çevrilerek İran kültürüyle yoğurulmuş, sonra İbn Mukaffa tarafından Arapçaya çevrilerek İslam kültürünün rengine bürünmüş. Bu yüzden bizim medeniyetimize aittir diyebiliriz), Batıda da La Fontaine masalları buna örnektir. Özellikle Kelile ve Dimne, "masal içinde masal" türünün aşılmaz bir örneğidir. Bugün mevzuya bu masallardan biriyle girmek istiyorum. İnşallah "masal içinde masal"a dönüşüp uzamaz yazı.

Kelile ve Dimne'de veya La Fontaine'de geçiyor, belki de başka bir yerde okumuşum. Hatırladığım kadarıyla bir yaban öküzü kendisine saldıran aslanı bir punduna getirip boynuzlarıyla bir kayaya sıkıştırır. Aslan ne yapsa da öküzün boynuzları ile kayanın oluşturduğu kıskaçtan kurtulamaz. Öküz de aslanı serbest bırakması durumunda dönüp karnını deşeceğini içgüdüsel olarak bilir. Bu yüzden öylece durup beklemeye devam eder. Çözümsüz, kilitlenip kalırlar. Sonunda öküz de aslan da açlıktan ölür. Ne zaman Ortadoğu haritasına, çözümsüz sorunlarına baksam, hikayedeki bu ölümcül kıskaç aklıma gelir. Ortadoğu'da sorunların çözümü mümkün değildir derim. Bilinçli ve planlı bir şekilde güçlünün zayıfı nefessiz bırakması, zayıfın da fırsatını bulunca güçlüyü parçalaması şeklinde dizayn edilmiş bu coğrafya diye düşünmekten kendimi alamam. Evet İbn Haldun'un öyle bir sözünün olmadığını biliyorum, ama bu manzara karşısında da "Coğrafya kaderdir" dememek mümkün gibi görünmüyor. Allah'ın koyduğu, coğrafyanın karakterinden kaynaklanan bir kader değil bu, tanrıcılık oynayan Batı medeniyetinin çizdiği bir kader.

Hikaye şu: Batılılar, kendi saltanatlarını, dünya üzerindeki egemenliklerini sürdürmek, kıtalarında kurdukları cennet (!) misali düzeni devam ettirmek için dünyanın geri kalanını, özellikle Ortadoğu'yu ölümcül bir kıskaca mahkum etmişler. Çünkü sorunsuz bir Ortadoğu'nun, bütün enerjisini, yüzyıllardır kendilerini bu cendereye sokan Batı medeniyetine yönelteceklerinden emindirler.

Koyun haritayı önünüze, Hindistan'dan Arap mağribine, Fas'a kadar bölgedeki sınırların nasıl çözümsüz, ölümcül sorunları barındıracak şekilde çizildiğini göreceksiniz. Hindistan-Pakistan sınırında Keşmirliler, İran-Pakistan-Afganistan sınırında Beluciler, daha batıya doğru Fas-Cezayir-Libya sınırında Berberiler söz konusu ülkelerin "bölünme" tehlikesinden mütevellit bir kıskaca alınmışlar. Adı geçen ülkeler açısından sözünü ettiğimiz "bölünme" tehlikesi bir kuruntu değil kuşkusuz. Gerçekten de çözüme dair herhangi bir adım attıkları anda varlıklarının tuz buz olması işten bile değil. Öte yandan adı geçen ülkelerin sinir uçları mesabesindeki sınır boylarında yaşayan söz konusu toplulukları hikayedeki aslana benzetecek olursak, onların da karınlarını doyurmaya ihtiyaçları var. Bu da bir zorunluluktur. İşte böyle bir ölümcül kıskaçtır Ortadoğu ve Ortadoğu milletleri bu yüzden korkunç bir ölüme kilitlenmiş vaziyette sürükleniyorlar. Bunu planlayan, kurgulayan, uygulamaya koyan ve koruyup kollayan da batının müthiş (!) zekasıdır.

Batılılar Ortadoğu milletlerinin, özellikle İslam'ın kendileri açısından oluşturduğu tehlikeyi bertaraf etmek için bölgeyi ölümcül bir kıskaca sokarken aslında kendilerini de daha büyük ölçekteki bir kıskacın parçası haline getirmişler oysa. Şu anda batının ile Ortadoğu'nun durumu, yaban öküzü ve aslan hikayesinden, yani Ortadoğu'nun iç hikayesinden farksızdır. Serbest bıraksa bölgeyi, tarihlerine, kültürlerine, medeniyetlerine göre bir sistem oluşturmalarına izin verse, dönüp kendi zulüm saltanatını yerle bir edecekler, bundan da adı kadar emindir. Bu yüzden bütün enerjisini, gücünü, teknolojisini, bilimsel ve ekonomik yeteneğini Ortadoğu'nun içinde bulunduğu kıskaçtan kurtulmaması üzerine yoğunlaştırmış. Tabi, Ortadoğu ölürken kendisi de ölmektedir kaçınılmaz olarak. Müthiş de olsa batı zekası kurduğu tuzağın kurbanı olmaktan kurtulamıyor gördüğünüz gibi.

Galiba yazıya Kelile ve Dimne ile başlayınca kendiliğinden bir "masal içinde masal" doğuverdi. Kıssadan hisse: Başkasına tuzak kuran, kendisinin de o tuzağa düşeceğini unutmamalı.