Rahmetli Büyükannem, güzel ahlaklı gençleri Güneş’e benzetirdi, “ihtiyarlıkta yapılan ibadetler bir mum alevi gibidir, ama gençlikte sarfedilen kulluk Güneş’e benzer” derdi... Ah, şu gençlik! Hep bütün sözlerimiz onlar üzerinden yürür gider. Aslında şikayetlerimiz gençlerden çok geçip giden günlerimizin muhasebesine yöneliktir.
***
Epeydir bir kuşaklar arası tartışmadır gidiyor. İlkin siyaset içinde eskiler/yeniler polemiği yapıldı. Ardından İsmail Kılıçarslan kardeşimizin kalplere dokunan can sıkıntısına dair yazısı geldi. İsmail’in yazısına gençlerden itiraz gecikmedi. Hepsi de önemli. Yine gençlerimizden Mustafa Emin Büyükcoşkun’un kaleme aldığı hülasayla, meselenin aslında gençlik/yaşlılık, eskilik/yenilik çatışkıları üzerinden değil de sürekli ertelediğimiz toplumsal özeleştiri olduğunu fark ettik. Özeleştiri çağrısı dersem, Mustafa Emin’in ortaya serdiği dünyevileşmeye dair maceramızı kısıtlamış olurum, çünkü o az sözle çok şey söylemeyi başarmış kaleme aldıklarıyla.
Benim kuşağımın da özellikle ebeveynimize, yöneticilere, hocalarımıza, geleneğe karşı kullanmayı çok sevdiğimiz bir kavramdı “özeleştiri yoksunluğu”. Bugünden baktığımda, 80’ler ve 90’lar boyunca sürdürdüğümüz itirazcı söylemin yaslandığı antikapitalist, antiemperyal İslamcı vurgunun doğru fakat sadra şifa olamadığını görüyoruz. Bu gökdelen aşkı bizden çıkmamalıydı mesela. Güçle, nemayla, nicelikle verdiğimiz sınav kadar, iyi esen rüzgarlar ve elbette uzun gayretlerle de ilgilidir bugün geldiğimiz vadiler... Ne ki... Durup baktığımızda hangi yaştan olursak olalım, hepimizin de canı sıkkın biraz...Bu yazıyı asansörle 32 kat aşağı düşerek can vermiş gençlerin, üniversite harçlığı için terleyen alnını kefenine silmiş evlatlarımızın eşliğinde kaleme alıyor olmak da ayrı bir gönül yarası... Allah evlatlarımızın acısını göstermesin, gençlerin yüzleri hiç solmasın hep gülsün. Devlet büyüklerimiz de ahlarımızdan vahlarımızdan incinmesin. Kime yanalım derdimizi? İş sadece iyi yasalar yapmakla bitmiyor, profesyonel manada emek denetimi toplumsal bir sorumluluğumuz olarak ortada, ayrıca her bir ferde düşen müteyakkız vicdan da her daim diri olmalı.
***
“Özeleştiri yoksunluğu”na dair tespitin, toplumsallık bohçasını itinayla açarak kendi kalplerimize doğru yürümemiz gerekiyor. İtirazı ve hak arayışını hep dışarıda ve eleştirilmeyi hak edenlere karşı yürütmüş eski gençlerden birisi olarak, kalbini ihmal etmiş, elalemle, zalimlerle, ABD’yle, İsrail’le, adaletsiz düzenle uğraşmaktan kendisine sıra getirememiş birisi olarak teklif ediyorum; kalabalıklardan sıyrılıp, sessizce kalbinizi seyredin, kendinize bakın, bir-iki dakikalığına da olsa.
***
Cuma günü Prof. Recep Şentürk’ün EDEP’li (Eğitime Destek Programları Merkezi) talebeleriyle birlikteydim. Bir kısmı üniversiteli bir kısmıysa yüksek lisans ve doktora öğrencisi olan genç kızlarımızın ilim ve irfanı birleştiren ihtisas programından mezuniyetleri günüydü. İslami ilimler, sosyal bilimler, dil eğitimi yanı sıra edep ve takva eğitimi dersleri de görmüşler. Adabı muaşeret, ahlak, tezkiye ve sosyal sorumluluk gibi başlıklarıyla “edep” kürsüsü çok dikkat çekiciydi. Sürekli bahsettiğimiz medeniyet tasavvurunun artık söz olmaktan çıkıp, hayatiyet bulması gerekiyor. Aralarındayken, size Hz.Muhammed’in (s) kokusunu taşıyacak edepli, latif gençlerden bahsediyorum. Şehadetnamelerini aldıkları hocalarının, eğilip ellerini öpen öğretim üyeleri, doktor mühendis adayları, hafız sosyologlar, psikologlar, gencecik Kur’an öğreticileri görmek, ölsem de gam yemem dedirtiyor insana. Ve edep! İlla edep... Ne de çok yakışıyor gençlere...
Güneş gibi parlıyorlar, bir ayet gibi yazılıyorlar hayatın içine...