Bir mektup istiyorum!

Başkalarının mektup aldığını görünce insanın mektup okuyası geliyor. Bizim patronların böyle adetleri yok, ne yazacağımızı, ne yapacağımızı söylemiyorlar! Hiç olmazsa genel yayın yönetmenimiz bir şeyler karalasaydı. Bize ne bir satır yazdı ne de bir cümle fısıldadı... 

Fırsat bulsaydım Mustafa Karaalioğlu’na “Ağabey! Patronumuzdan grup çalışanlarıyla da paylaşılmak için, size gelen ‘Değerli Arkadaşlarım!’ hitaplı bir mektup var mı, diye sorardım.

Bakın el alemin patronları, çalışanlarına “başı boş değilsiniz” diyerek “davulcuya zurnacıya gitmeyin” modunda kendilerini değerli hissettirecek mektuplar yazıyorlar. Zaten siz de “kurumumuzun görüşüyle bağdaşmayan medya kuruluşlarına çıkmayın ve görüş bildirmeyin” gibi mailler de atmadığınız için bu durumun kendimi başıboş ve değersiz hissettirdiğini söylerdim.

Karaalioğlu da muhtemelen “eeee” deyiverirdi.

Ben de... Bizim patronda mektup yazsın “arkadaşlar ülkemizde, terör sorunun çözümü ve Kürt sorunu ile ilgili önemli bazı gelişmeler yaşanıyor. Sorumlu yayıncılık çizgisi izlemek görevimizdir, süreci olumsuz etkileyebilecek çatışmacı yaklaşımlardan kaçınmaya özen göstermeliyiz. Hepinize güvenim tamdır!”  desin.

Hatta...

Tamam, mektubu Mehmet Ocaktan edebi bir üslupla patronun ağzıyla yazsın, biz patronun kendi mürekkebinden döktürülmüş gibi okuruz. Hatta ben de “teşekkürler sevgili patronum” diye bir yazı döktürürüm minvalinde bir konuşma geçebilirdi.

Bu konuşmanın finali nasıl mı biterdi sevgili okur?

Karaalioğlu “Yürü git kızım işin gücün yok mu senin? Saçmalama!” der ve benim bütün bu güzel hevesimi kursağımda bırakırdı!

***

Radikal’in GYY Eyüp Can’ın köşesinden duyurduğu mektupla, tevekkeli boşuna Aydın Doğan olunmadığını bir kez daha anlamış oluyorum.

Mevzuyu çaktınız değil mi? Şirket içi bir yazışma olan mektubun ünü şirketin duvarlarını aşıp ülke sınırlarına dayandı.

Evvelen...

Başbakan Erdoğan “İmralı’yla yeniden görüşülüyor” demeye kalmadan MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın PKK lideriyle İmralı’da iki gün boyunca görüştü haberlerini öğrendik...

Gelişmeler ardı ardına gelmeye başladı.

Nihayet BDP milletvekilleri Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata İmralı’da Öcalan’la bir araya geldiler.

Bugünden yarına çözülecek bir sorun değil elbette.

Ancak bu kez hükümet, ne medyanın ne de muhalefetin eline süreci sabote etmeye yönelik olarak koz vermeden, gizli saklı değil “kamuoyunun bilmesinde fayda gördüğü” kadarını halkla paylaşarak yürütecek müzakere sürecini...

Bakınız MHP’nin “Şerefsizlik kimde kaldı” sözünün bir karşılığı olmadığı gibi, CHP’nin “Bu sorunun çözümü için AK Partiye kredi veriyorum” sözleri tatlı gülümsemelere sebep oluyor.

Ülkenin doğusundan batısına bu savaştan muzdarip olmayan var mı?

Artık halk “lanet olsun bu kan dursun da kiminle görüşülüyorsa görüşülsün” noktasına geldi...

Hükümet oldukça doğru bir şey yaptı, BDP dahil hiçbir siyasi partiye haber vermeden görüşmeleri başlatıp kamuoyuyla aynı anda haberdar olmaları sürecin sabote edilmemesi kadar sürece zarar vermemesi açısından da önemli...

Oslo görüşmeleri sonrası ortaya kasıtlı olarak sızdırılan bilgilerin akabinde MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a soruşturma açma aymazlığına kadar götüren sıkıntılı süreç malum.

Hükümet bu kez birilerinin kasıtlı sızdırmasına fırsat vermeden “çözüm konusunda attığı adımları” kamuoyuyla da paylaşacağı yeni bir süreç başlatmıştır...

Şimdi saniyen...

Ticari zekası müthiş çalışan, “Türkiye Türklerindir” sloganlı faşist gazetenin patronu Bay Aydın Doğan durumdan kendisine vazife çıkartarak “çatışmacı” arkadaşlarından “çatışmacı dili bir kenara” bırakın diyerek bir mektup yazmıştır.

Bu mektup şirket içi filan değil bizzat hükümete yazılmış bir dilekçedir.

Samimi midir, gerçekten “ülkenin içinden geçtiği bu hassas sürecin” farkında mıdır ve bu sürece medyasıyla destek vermek mi istiyordur?

Bu sorunun çözümünü gerçekte isteyen bir patron, önce Türkiye’deki değişimin kodlarını ve toplumsal taleplerin gerçekte ne olduğunu görür ve yedi cihana duyuracak “samimiyetsiz göstermelik mektup” yerine önce gazetesinin faşist söylemli sloganını çıkartır sonrasında da yazarlarıyla samimi bir toplantı yaparak sessiz sedasız yapardı her ne yapıyorsa katkı adına...

Bizler zaten görebiliriz değişimi de sürece verecekleri katkıyı da...

Yoksa Bay Aydın Doğan, size “şov yapmayı bırakın ve lütfen gölge etmeyin başka da ihsan istemeyiz” demek isterim...