Bir mücahidin portresi: Mustafa Karahasanoğlu

AKİT Medya İcra Kurulu Başkanı Mustafa Karahasanoğlu Beyefendi'nin vefat haberini aldık dün sabah. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun. Birkaç gün evvel oğlu Ahmet Can ile görüşmüştük, Ahmet babasını hiç bırakmadıklarını hep başında beklediklerini kırk gündür hastaneden çıkamadıklarını çok kederli bir sesle anlatmıştı. Ne acıdır ki, babasının veda haberi bir iki günde geldi...

En baştan söyleyelim, Mustafa Bey, hayatı boyunca asla tarafsız bir gazeteci, tarafsız bir yayımcı olmadı, onun yönettiği medyaların hep bir tarafı oldu ve de o taraf, mütedeyyin Anadolu insanının yanıydı. Medeni kimliğini farkında ve medeni kimliğiyle bağı berhava edilmiş bir milletin kimlik hakkını arayan, haykıran bir hareket ve düşünce insanıydı... Hakları gasp edilmiş, ayrımcılığa uğramış, merkezden uzaklaştırılmış, inancı hor görülmüş, değer yargıları ayıplanmış, hali tavrı aşağılanmış, garip Anadolu insanının tarafındaydı o... Hayatını bu doğrultuda Elif gibi dimdik ve bir Elif gibi kimseye boyun eğmeden, tavizsiz yaşamıştı.

Ardında herhangi bir dini cemaat, herhangi bir siyasi parti, herhangi bir holding desteği olmadan da gazetecilik yapılacağını Türkiye'ye öğreten bir adamdır o. 1993 yılında ulusal bir gazete olmazdan evvel rahmetli babalarının nalbur dükkânında başlayan yayımcılık macerası, önce Cuma Dergisi, ardından Akit Gazetesi'yle bu güne kadar gelmiştir. Bendeniz de 1999-2011 yılları arasında Akit Gazetesi'nde köşe yazarlığı yaptım. Mustafa Ağabey'in benim üzerimdeki hakkını asla ödeyemem, o en karanlık ve yasaklı günlerde, her zaman bize yol açmış, elimize kalem tutuşturmuş bir insandır. 28 Şubat'ta her köşesi yasaklarla çevrilmiş insanımız eğer aklını ve umudunu kaybetmemişse, bunu AKİT'in o günlerde okuyucusuna verdiği özgüven, cesaret, dayanışma ruhu, gazete-okur beraberliği ve bütünleşmesi gibi duygulara borçluyuz. Mustafa

Bey'in benim akranım olan mütedeyyin kadınların üzerinde büyük emeği vardır. Nitekim veda namazına iştirak eden hanımların çoğu onun okuyucusuydu, tanınmış, ünlü insanlar değil, 50- 60 yaşında kadınlar, evlerinden çıkarak gelmişlerdi. 70'lerindeki Sabahat Çamlı ile 50'sindeki Av. Gülden Sönmez'i aynı safta tutmayı başarabilen bir adamdı.

Veda günü, Fatih Camii avlusuna girdiğimizde öylesine etkileyici bir matem havası vardı ki. Eşi muhtereme Zekiye Karahasanoğlu ablamız, kızları, gelinleri, kız kardeşler, yeğenlerle öylesine metanetle Kuranı Kerim okuyorlardı ki, sessizce gözyaşlarını döktükleri Kuranı Kerim, Mustafa Ağabey'in yoldaşı olsun dedim aralarına girince... Şeref sahibi, örnek bir aile... Mustafa Karahasanoğlu, hayattayken o Kitabın kutlu yolunun savunucusu olmuştu hep, ahirette de onun gölgesinde olmayı nasip etsin Rabbimiz...

AKİT; "İnananların yüz akı' logosuyla çıktı hep. Zaman nasıl da çağlarcasına akıp gitmişti. 1993 yılında kurulan Beklenen Vakit gazetesi, daha sonra Vakit ve Akit adlarını alacaktı, postal seslerinden herkesin çil yavrusu gibi dağıldığı o en kurşuni günlerde bile Hakkı üstün tutmuş, inananların yanında oluğunu deklare ettiği yayın çizgisinden santim şaşmamıştı... Fırtınanın ortasında tutunduğumuz bir sal gibiydi AKİT o günlerde.

Ve bir mektep olmuştu hepimize AKİT. Büyüklerden; rahmetli Hasan Karakaya, Abdurrahman Dilipak, rahmetli Ahmet Kekeç, Yalçın Turgut, Yılmaz Yalçıner, Atilla Özdür bu gazetenin akıncıları gibiydiler. Benim kuşağımdan yazı işleri müdürümüz Ali İhsan Karahasanoğlu, yöneticilerimizde Nuri Karahasanoğlu, Emin Kazcı, Canan Ceylan, Merve Kavakçı, Taceddin Ural, Serdar Arseven, Kenan Kıran, İbrahim Acar, Ali Adakoğlu, Nazif Karaman, Adem Özköse, Ahmet Can... Bir yıldız takımı gibi bu isimlerle göğüslemiştik darbeci güçleri...

Mustafa Karahasanoğlu'nu sert ve tavizsiz bir adam olarak tanır pek çok kişi... Onun annesine düşkünlüğünü, annesini sırtlayıp tavaf ettirdiğini, hasta yatağındaki annesinin ayaklarının dibinde uyuduğunu, Mavi Marmara baskınında İsrail tarafından gemide esir edilen oğlu Ahmet Can için nasıl kaygılandığını pek kimseler bilmez. Onun aslında ne kadar yufka yürekli birisi olduğunu, çalışanlarına yediğinden yedirip, giydiğinden giydirdiğini de...

Veda namazına gelenlerden İstanbul Milletvekili Ravza Kavakçı, Zekiye ablamızın ellerine sarılarak, '"Ablam Merve Kavakçı'ya o 28 Şubat günlerinde, tanıyanlarımız selam bile vermekten kaçınırken, Mustafa Ağabey, ablama iş verdi, köşe açtı, kalem verdi, biz bunu nasıl unuturuz' diyordu... Hepimizin gözlerinden yaşlar süzülürken, "o bir mücahiddi' diye tekrar ediyorduk...

Fotoğrafını çektiğimi fark edince; "Atlatma yapıyorsun gene' deyip gülümsemişti. "Ağabey, sizi haritanızla birlikte çektim.'' demiştim. Bu, çok sevdiği Osmanlı haritasıydı...