“Bir müsibet bin nasihattan evladýr” diye bir deyiþimiz var.
Son yaþananlar galiba bu deyiþi çok ama çok haklý çýkarýyor.
Bu kavgayý, müsaade edin, müsibet olarak adlandýrýyorum, baþka hiçbir kelime bu kadar denk düþmüyor galiba.
Süreç, iktisatçýlarýn tabiriyle tam bir “sonucu “kayýp-kayýp” oyuna” benziyor, kimse, ne AK Parti’nin, ne Hizmet hareketinin, ne de bir yerlerde avucunu ovuþturan bazý kesimlerin bu oyundan kazançlý çýkacaðýný düþünmesin çünkü TL’nin yaklaþýk bir ayda dolara karþý yüzde 30’a yakýn deðer kaybettiði bir yerde spekülatörler dýþýnda herkes kaybeder, bunu iyi görelim.
Süreç müsibet bir süreç zira AK Parti, Türkiye’nin çehresini 2002’den günümüze çok büyük ölçüde bir “failure state”den, batýk devlet diye çevirebiliz belki de, olumluya çeviren, ülkeyi sýkýþtýðý üç bin dolar aralýðýndan on iki bin dolara taþýyan, AB ile müzakereleri açabilen, geniþ muhafazakar kesimlerin enerjisini açýða çýkaran, toplumsal yaþamýn yeniden bir parçasý kýlan bir siyasi hareket darbe alýyor, kriz yönetiminde yanlýþlar göze çarpýyor.
Hizmet hareketi, Türkiye’ye özellikle eðitim sahasýnda büyük ufuklar açmýþ, Peru’dan, Kamboçya’ya, Güney Afrika’dan Papua Yeni Gine’ye kadar türk okullarýný faaliyete sokmuþ bir hareket de kavganýn öbür ucunda ve zarar görüyor.
Demokratik, meþru yollarla seçilmiþ bir hükümetle bir sivil toplum hareketini analizlerde asla eþitlememek lazým, doðru deðildir ama paralel devlet ifadesini de ben icat etmedim doðrusu.
Bu arada da ekonomi çok büyük ölçüde bu süreçten olumsuz etkileniyor, toplum olarak fakirleþiyoruz; itiraf ediyorum, beni geleceðe yönelik en çok üzen konu da bu.
Bu sürece aklý baþýnda, vicdanlý herkesin müsibet demesi gerekiyor kanýsýndayým.
Lütfen kimse, hiç bir kesim, “bize bir þey olmayacak demesin”, gerçekçi olmaz.
Ama bu müsibetten de öðreneceðimiz çok þey var, bin nasihattan de önemli belki.
Bu müsibet iki konunun önemini, iki önemli alaný, görmek isteyenler için, öne çýkarýyor.
Birincisi AB süreci,ikincisi ise “baðýmsýz ve tarafsýz olmalý” demekle yetinmememiz gereken, kalitesini teþrih masasýna yatýrmamýz þart olan hukuk sistemimiz.
Türkiye bir dizi nedenden, AB sürecinin dýþýna kaydýðý ya da itildiði sürece, itenler bizzat AB aktörlerin bir kýsmý da olabilir, hiç önemli deðil, Türkiye onlara endeksli davranamaz, büyük sorunlarla baþ baþa kalýyor ve bundan sonra da kalacak.
Ýçinden geçtiðimiz büyük devlet krizi, býrakýn baþka þeyleri, sadece bu gerçeði, yani AB sürecinin toplumsal dengelerin saðlýklý sürmesi, iktisadi büyümenin sürdürülebilirliði, zenginlik, özgürlük ve güvenlik için yaþamsal olduðunu birilerine göstermiþ ise bu bile çok önemli bir kazançtýr, bunu unutmayalým, iyi görelim.
Unutmayalým, Türkiye 2001 kriziyle birlikte yukarýda kulandýðým ifade ile adeta bir “failure state”, batýk bir devlet haline gelmiþ iken yeni bir siyasi irade ve anlayýþ yani AK Parti, AB süreci, Anadolu’yu dünyaya açan, ihracatýmýzý saðlam bir zemine oturtan TUSKON ile birlikte bu “batýk devleti” dirilttiler, kamu maliyesine disiplin geldi, hukuk devleti ideali doðrultusunda çok önemli adýmlar atýldý, ihracatýmýz 150 milyar dolara geldi.
2007 seçimleri sonrasý AB süreci duraksýyor gibi oldu, vesayet AK Parti’ye kapatma davasý açtý, AK Parti AB’yi tekrar hatýrladý, Türkiye o çok önemli ve olumlu 2010 referandum sürecini yaþadý.
2011 sonrasý AB yeniden bir kenara kondu, gelinen yer ortada; umarým bundan sonra da Türkiye dünyaya, Avrupa’ya nüfusunun çok önemli bir bölümü müslüman olan bir ülkenin AB üyesi olabileceðini gösterir, ispat eder.
Ýkinci çok önemli alan olan evrensel hukuk konusuna, hukukçularýmýzýn kalitesi konusuna, çok daha zor bir konu bizim ülke için, kýsmet olursa, yarýn gireceðim.
Yargýnýn “baðýmsýz ve tarafsýz” olmasý gerekir ifadesi, emin olunuz, çok da anlamlý, açýklayýcý bir ifade deðil, yarýn bu konuya girmek istiyorum.