Bir Nusayri devletine doğru mu?

Savaşlar cenk meydanında olmuyor. Yalnızca askeri üsleri hedef alan saldırılar da söz konusu değil. Bu yüzden her savaş on binlerce sivilin ölümüyle sonuçlanıyor. Süre uzadıkça, hasımlar birbirine üst gelemedikçe daha çok sivil ölüyor.

Ortadoğu bitmeyen savaşlar diyarına döndü. Hoş, şöyle müreffeh ve huzur içinde olduğu dönemler vardı da biz mi hatırlamıyoruz. Bu durum özellikle Müslümanlar arasında bir Batı düşmanlığına ve beraberinde “bizden adam olmaz” kötümserliğine yol açıyor. Hiç de sağlıklı bir duygu durumu değil bu, çünkü buradan doğru çözüm odaklı bir siyasetin üretilebilmesi imkansız. Çıkacak olan en fazla “kaderim var mı ki talihim olsun” diyen bir ‘rıza psikolojisi’...

Şu sıralar tam da bu ahval içindeyiz. Kendi söküğünü kendisi dikemeyen bir coğrafyadan söz ediyoruz. Neyi paylaşamıyoruz, çözülemeyecek ne sorunumuz var?

Mısır ve Suriye’de yaşananlar, son tahlilde faturası insanıyla maddi kaynaklarıyla bu coğrafyaya çıkan şeyler değil mi?

Saddam Hüseyin’in kimyasal silahla binlerce masumu öldürdüğü Halepçe’ye gözyaşı döken İran neden bugün Suriye kimyasal silahla ölen çocuklara ağlayamıyor da katil Esed için “kırmızı çizgimizdir” diyor.

Mısır ordusu, seçimle başa gelen Müslüman Kardeşler’in yine siyasi süreçlerle değişmesini beklemek yerine neden kanlı bir darbe ile kendi halkına silah doğrultuyor?

Türkiye eksen ülke

Reel politik denilen, uluslararası ilişkilerin katliamlara bile göz yummayı meşrulaştıran paradigmasını değiştirmek kuşkusuz çok zor, ama Türkiye o yıkılmaz surda çok önemli bir gedik açtı. Hem de tek başına...

Mısır’da Sisi’ye arka çıkan ABD, Suriye’de bir maniniz yoksa sizi “orantılı bombalayacağız” diyor Esed’e. Belli ki Rusya ile bu şartlarda anlaşılmış. Rejim değişikliği zaten hedeflenmiyor. Peki Esed bile gitmedikten sonra böyle bir müdahale ne işe yarayacak?

Mısır’daki kanlı darbeye arka çıkmayan İran ise Esed’in yanında hizalanıyor. Yan yana sıralanmış çocuk cesetleri, Şii hilalinin muhafızı Esed’in önüne geçemiyor.

Suud ve ağabeylik yaptığı körfez ülkeleri ise; gördük Mısır’daki tutumlarını, kanlı darbenin sponsorluğunu yaptılar.

Türkiye ise başından beri takındığı tutumla yeni bir eksen oluşturdu. Hem mihver ülkeler hem de bölge ülkeleri ahlaken tutarsız ve çıkar odaklı bir yaklaşım benimserken Türkiye Arap isyanları başladığından bu yana ülke çıkarını ahlaki duruşla birleştiren bir dış politikanın fiili ve sözlü savunuculuğunu yaptı. Suriye konusunda öncelikle diplomasi kanalını işletmeye, Baas rejimi ve muhaliflerin arkasındaki güçleri masaya oturtmaya çalışmasına rağmen içeride “yalnızlaşmakla” itham edildi.

Randevulu müdahale

Esed’i yerinden oynatacak mı, henüz belli olmasa da Suriye konusunda gelinen aşama Türkiye’nin yalnızlaştığının değil bilakis başından beri ortaya sürdüğü tezlerin isteksizce de olsa kabul gördüğünün bir işareti.

Ayrıca şu aşamada “yalnız mıyız değil miyiz”, bunu konuşmanın anlamı yok.

Suriye’ye yapılacak neredeyse randevulu bir müdahalenin nesine “işgal” diyor bizim muhalifler, onu bir tartışalım. Anti-emperyalist pozlar, “savaşa hayır” sloganları ne ifade ediyor?

İkincisi; kimyasal silah kullanımı ve arkasından gelen bu müdahale, pekala Esed’in aslında başından beri yürüttüğü “savaş mühendisliğinin” bir semeresi de olabilir.

Nedir bu?

Artık Suriye’de Sünniler ve Nusayrilerin birlikte yaşama zemini kalmış mıdır, bu ayrı bir konu ama bir Nusayri devleti hem Esed’i kurtaracak formül olarak düşünülüyor hem de Baas’ın arkasındaki ülkeleri de tatmin edecek bir çözüm olarak masada tutuluyor olabilir.

Epeydir dile getirilen Nusayri devleti ihtimalini belki de asıl bundan sonra konuşacağız.