Bir oy, bütün oyunları bozar

MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a yönelik karalama kampanyasının arkasında yatan saik nedir? Asıl hedefe konulan kimdir, yapılmak veya değiştirilmek istenen nedir? Türkiye’nin Suriye politikası mı, İran politikası mı, İsrail politikası mı, çözüm süreci mi, askeri ihaleler mi? Türkiye mi hedefe konuluyor, AK Parti iktidarı mı, MİT mi? 

Değiştirilmek istenen politika hangisidir veya hedefteki aktör kimdir? Tek tek meselelere bakınca her konuda bir rahatsızlık olduğu anlaşılıyor, her aktör bir nebze hedefe konulmuş görünüyor. O zaman meselenin tek tek bu konular veya bu aktörler olmadığı, asıl bunların birleştiği noktaya bakmak gerektiği söylenebilir. İşte o nokta Başbakan Erdoğan’dır. Hem tüm bu politikalar onunla ilişkili, hem Türkiye’nin ve AK Parti’nin geleceğinde en önemli isim Erdoğan... Fotoğraf karelerini değiştirmekle uğraşmak istemeyenler filmin yönetmenini hedef alıyorlar.

O.K. Cengiz, Radikal’deki yazısında şu tespiti yapıyor: “Asıl hedef, başta Amerikan yönetimi olmak üzere, bütün Batı’ya AK Parti hükümeti ve Erdoğan’ın birlikte çalışılması mümkün olmayan, güvenilmez, fanatik ve radikal bir İslamcı olduğunu kanıtlamak.

Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması halinde, tüm bu politikaların devam edeceğini, süreçleri geri çevirmenin imkansız olacağını düşünüyorlar. Bu yüzden içeride ve dışarıda organize bir kampanya yürütülüyor. İçerideki kampanyanın temasını ‘otoriterlik’, dışarıdaki kampanyanın temasını ‘batı karşıtlığı ve İslamcılık’ oluşturuyor.  

Financial Times yazarlarından Daniel Dombey, “61 yıldır NATO üyesi olan Türkiye, Batı ile ilişkisini kesti mi?” sorusunu sorduğu yazıda şu üç konuyu gündeme taşıyor: “Ankara’nın Çin’den füze savunma sistemi alma kararı, Suriye’deki el Kaide’yle ilişkili savaşçılara yönelik belirsiz tutum sergilediği iddiası ve son olarak da Türkiye’nin İsrail adına Tahran’da casusluk yapan İranlılara ihanet ettiği iddiaları”. Meseleleri yakından takip eden insaflı bir araştırmacı bu üç sebebin de böyle dramatik bir yargıya sebep olamayacağını bilir.

İsrail’in kızgınlığı

Tüm bu kampanyalarda İsrail lobisinin izleri açıkça görülüyor. Oysa İsrail’in kızgınlığı sadece Türkiye ve Erdoğan’a yönelik değil, ABD ve Obama da İsrail’i tatmin etmiyor.

Obama, Suriye’ye askeri operasyon planları yaparken bir anda diplomatik zeminde kendisini buldu ve yeni süreçle birlikte Esed’e hayat öpücüğü verilmiş oldu. Aslında ABD, Rusya ile denge hesapları yaparken,  İran’ın içinde bulunduğu bloğun manevrası neticeye ulaşmış oldu. Bunun ikinci adımı İran’la yumuşama görüntüsüydü. Askeri harekat planları yapan Obama yönetimi bir hafta sonra kendisini başka bir zeminin içinde bulacağını ne kadar öngörebilmişti bilmiyorum, ama bu planlı bir gelişme idiyse, arkasından gelen flörtün de planlı olduğu düşünülebilir. Öngörü eksikliği gibi görülebilecek bu durum acaba başka bir hesabın planlı bir parçası mıydı?

İsrail acaba bu durumu nasıl algılıyor?

Dert İslamcılık değil

Radikal İslamcılık iddiası, aslında bölgesel aktör haline gelen Türkiye’nin İslami duyarlılıklara sahip güçlü liderine duyulan rahatsızlığı perdelemeye yarıyor. Kendi yedeğinde kalan ve İsrail’in çıkarlarına uygun hareket eden bir Türkiye batıyı rahatsız etmiyor. Rahatsızlık sebebi bölgedeki siyasi ve stratejik dengelere yeni bir parametrenin girmiş olması.O da söylendiği gibi radikalizm, silahlı gruplar, İslamcılık falan değil. Çünkü İran üzerinden İslamcılık zaten bölgenin temel karakteristiklerinden biri. Silahlı gruplar İran’ın etkisinde olanlar ve olmayanlarla zaten bölgenin bir gerçeği... İsrail ise bunlara alışık ve hatta bunları kendi konumunu geliştirmek için kullanmakta da çok mahir...

Hesabı bozan daha farklı bir İslam anlayışı... Silahı, radikalizmi reddeden demokrasiyle telif edilebilen, bölge halklarını ve onların hak ve özgürlükleri öne çıkaran bir anlayış... Bundan sadece İsrail değil, bölgenin önemli İslam ülkeleri de rahatsız...

Tüm bu simgesel güç, Erdoğan ile vücut buluyor. Diğer aktörler satranç tahtasında kale, at veya vezir. Asıl hedef şah...

Cumhurbaşkanlığı süreci yaklaştıkça bu kampanyanın daha yoğunlaşması da beklenebilir. Tezvirat, manipülasyon, dezenformasyon, kara kampanya... Küresel güç odakları hepsini çok iyi biliyor, ancak etki edemedikleri tek yer var. O da halk... Elinde tek bir oy olan insanlar bütün küresel senaryoları boşa çıkarabilecek güce sahipler...