Bir PKK-FETÖ ittifakı olarak 6-8 Ekim kalkışması

PKK da FETÖ’nün devletteki yapılanmasını biliyordu. Devlet içinde ne kadar güçlü olduğunu, bizler Türkiye’nin başına açtıkları musibetler sayesinde fark ederken PKK, ortak hamileri olan ABD’nin bilgilendirmesiyle öğrenmişti zaten. Bu iki terör örgütü, DHKP-C, MLKP gibi irili ufaklı sol örgütleri de yanlarına alarak bir terör konsorsiyumu oluşturdu ve çözüm sürecini bitirirken Türkiye’yi, darbe mekaniğinin içine çeken yeni bir süreci başlattı.

Abdullah Öcalan’ı teslim eden ve Fetullah Gülen’i “merkeze” çeken ABD, bu sefer iki oyuncusunu aynı anda sahaya sürdü. Türkiye’nin buna dayanabileceğine pek ihtimal vermiyordu.

Erdoğan’ın güçsüzleştirilmesi, itibarsızlaştırılması ve Türkiye’nin söz dinleyen bir ülkeye dönüştürülmesi, 17-25 Aralık emniyet-yargı kumpasıyla ya da akabinde girişilen siyasi mühendislik çalışmalarıyla başarılabilseydi muhtemelen 15 Temmuz’a gerek kalmayacaktı.

Gezi kalkışmasından bu yana Türkiye’deki her farklılığı çatışma konusu yapan, halkı kutuplaştırmak için her yolu kullanan, Suriye’deki iç savaşı Türkiye’ye hem mezhep hem etnik çatışma olarak ithal etmeye çalışan ve bu arada laiklik elden gidiyor pilavını da pişirmekten geri durmayan bir algı operasyonuna maruz kaldı Türk halkı. Buna rağmen 15 Temmuz’da kenetlendi ve benzersiz bir darbe teşebbüsünü benzersiz bir ruh ve mukavemetle püskürttü.

Bütün bu süreçte FETÖ’cülerle PKK’lıların demokrasi, özgürlük, barış, insan hakları kavramlarını kimseye bırakmadığına şahit olduk. Terör örgütü temsilcileri Avrupa ve ABD parlamentolarında ağırlandı, bu ülkelerin ana akım medyalarında teröristler özgürlük savaşçısı olarak yer aldı.

Terör örgütlerinin öldürmeye ara dahi vermeden kendine meşruiyet sağlamaya çalıştığı ve medyanın da buna aracılık ettiği ‘tuhaf’ zamanlardı.

Bugün de aynı şekilde PKK medyasını OHAL kapsamı dışında tutma çabasına şahit oluyoruz. Terör örgütleri için medyanın, hendeklere döşedikleri, kamyonetlere yükledikleri patlayıcılar kadar önemli olduğu ortadayken üstelik. Basın özgürlüğü, demokrasi, barış gibi kavramların örgüt yandaşlarınca kullanılamaması bu yüzden çok önemli. En çok bu kavramlarla propaganda yapıyorlar, ‘barış’ diyerek ‘ölüm’ saçıyorlar. Kendilerinden olmayan Kürtleri, çocuklarının gözü önünde katledip sonra da yayın organlarında “AKP’liler hedefimiz” başlıkları atabiliyorlar.

***

PKK-FETÖ işbirliği, ilk kez Gülten Kışanak ve Ekrem Dumanlı’nın el sıkıştığı o meşhur fotoğrafla kamuoyuna yansıdı. Seçimde oy, sair zamanda propaganda ve algı operasyonu desteği... Şimdi anlaşılıyor ki yardımlaşma bundan ibaret değilmiş, ittifak Uludere’ye kadar uzanıyormuş.

Türkiye’yi kutuplaşmaya, darbeye, iç savaşa sürüklemek üzere yapılan bir iş birliği bu.

Kobani bahanesiyle Yasin Börü ve arkadaşlarını katlederken de MİT TIR’ları üzerinden Türkiye DAEŞ’e yardım ediyor yalanını dolaşıma sokarken de birlikte hareket ettiler.

6-7 Ekim olaylarının yıldönümündeyiz. Üzerinden iki yıl geçti.

Çözüm sürecini bitiren olaydı Kobani kalkışması. Yasin Börü ve arkadaşlarının davasında, şehit çocukların aileleri bas bas bağırıyor “Kobani kalkışması için çağrı yapan Selahattin Demirtaş, Gülten Kışanak ve Zübeyde Zümrüt yargılanmadıkça adalet yerini bulmayacak” diyorlar.

Demirtaş nedamet getireceğine, gidip ifade vereceğine aynı çağrıyı yineliyor.

6-7 Ekim olaylarının iddia ettikleri gibi spontane gelişmediği, yaptıkları çağrılardan değil sadece, olay sırasındaki HTS kayıtlarından da anlaşılıyor.

Örgütlü bir kalkışma olduğu, Demirtaş ve diğerlerinin azmettirdiği belliyken, sığındıkları yerlerde imdat arayan çocuklara emniyetin kayıtsız kaldığı 155 kayıtlarıyla sabitken FETÖ ve PKK işbirliğine başka kanıt aramaya gerek yok.

Duran Kalkan da zaten “Kendinizi kullandırtmayın, bizim savaşımız AKP ile” derken FETÖ’cü askerleri göreve çağırıyordu!