Bir şairin ölümü...

Ramazan ayının 17. gününü sarsıcı bir haberle devraldık. İzdiham Dergisi Genel Yayın Yönetmeni, şair Bülent Parlak vefat etmişti. Allah rahmetiyle muamele etsin. Çileyle geçen ömrü, genç yaşında 42.yılında, ahirete intikal etmiş oldu böylece. Böylece bizi artık kimse şaşırtamayacak:

"Mezarlıktan korkanın sevdiği ölmemiştir" gibi kışkırtıcı bir dergi kapağını kimse tasarlayamayacak. "Hepimiz ölecek yaştayız' diye bir meydan okumayı kimse vapur iskelesinden haykıramayacak...

Nasıl olmuştu da kalbi; o içine dünyaları, ülkeleri, melekleri, ağaçları, çayırları, dağları, bin bir hayali barındırdığı o kalpcağızı aniden duruvermişti. Beynim vurulmuş gibi İbrahim Tenekeci'yi, İsmail Kılıçarslan'ı, Ömer Lekesiz'i aradım... Herkes ağlıyordu. Genç ölümü daha bir yakıcı oluyor demek ki. O aramızda en genç olanımızdı, küçüğümüzdü, onu kurt mu kapmıştı, kuyuya mı düşmüştü, balık mı yutmuştu? Her ne ise işte. Atağa kalkarak geçti gitti hepimizi...

Ölüm, ne kadar yakın bize, Azrail'in nefesi ensemizde dualar okuyor da haberimiz yok. Upuzun ve sessiz bir yol bekliyor bizi. Her işimizi, hevesimizi yarım bırakacak o ölüm, bizi nasıl ve nerede bulacak...

Onu tanıdığımda Ahmet Can Karahasanoğlu ile yirmili yaşlarındaydılar, kol kola gezerlerdi. Bir gün kar yağarken kısa kollu tişörtlerle sokaktan gelmişlerdi. Yoksulların ne yaşadığını bilmeden, karın altında titremeden, yoksulluk hakkında yazmanın riyakârlık olduğunu söylüyorlardı. Bizlere atıp tutup büyük cümleler savuruyorlardı... Onu hep bu şair haliyle, coşkusuyla, bir pınar gibi fışkırışıyla tanıdım. Sadece şiir yazarken şair değildi yani, hayatı şiirdi, göklerden yere hiç inmedi ruhu...

Öte yandan eşi de kendisi de öğretmendi. Öğrencilerini çok severdi. Kızı dünyasının ekseniydi. Küçük bir aileydiler. Aile babasıydı. Şiir yazmanın, tek başına bir gölgesizliği, cesareti, direnci, biricikliği icap ettirdiğini hemen herkesten duyarsınız. Bu anlatılar, şairi, sanki hiç yemek yemeyen, hiç üşümeyen, çoluğu çocuğu olmayan, sanki hayali, mücerret bir varlıkmış gibi takdim ederse de... Şair aslında kirasını ödemek zorundadır, tıpkı bizler gibi, ocağında yemek pişmesi, çocuklarına harçlık vermesi gerekir. Hâlbuki bu kısmını hiç dile getirmezler şiir ve şair hakkında ahkâm kesenlerin hiç birisi...

Edebiyat ve hassasten şiir, bizim modern kültürel akışımızda dergilerin çatısında mayalanır. Edebi muhitleri kuran bu edebiyat dergileri, şairlerin, hikayecilerin, denemecilerin yetiştiği, boy attığı yerlerdir. Dolayısıyla çoğu kez kısıtlı imkanlarla, borç harç çıkartılan dergiler, aslında kültürel hayatımızın atar damarlarıdır...

Bülent Parlak'ı, parlak bir adam yapan asıl mesele, şairliğinin yanı sıra, dergicilik inadı, iradesi, sabrıdır... İzdiham 2008'den bu yana matbu olarak çıkan bir dergiydi, Bülent'ten sonra da arkadaşları inşallah devam ettirirler. Ama gençliğin nabzını tutabilen bir dergi olarak apayrı bir önemi olduğunu da düşünüyorum. (Benim oğullarımın da severek okuduğu bir dergidir)

Bizde dergilerin, bizde şairlerin niçin gönlü hiç alınmamıştır? Bu büyük soruyu cevaplamamız gerekiyor. Gönüller alınmalı iş işten geçmeden ama nasıl...

"Anlatsam,

Yarısında izin alıp gideceğiniz

Bir hikayedir burası

Dünya bizi nasıl kırdıysa öyle de

gönlümüzü almamayı bildiği"

yerdir...'