Soma faciasýna dair söyleyeceðimiz hiçbir þey, o kara madende can veren 301 mazlum ve kahraman kardeþimizin hatýrasýndan daha önemli deðil. Önce bunu teslim edelim, bunun bilincinde olalým.
Sonra, elbette, hesap soralým. Hukuken, o madenin patronuna, idarecisine, müfettiþine soralým. Bu açýdan baþlatýlan soruþturmayý, tutuklamalarý memnuniyetle karþýlýyorum.
Siyaseten sorumlu olan ise iktidardýr. Madenlerin güvenliðine dair neyi yapýp neyi yapmadýðýnýn hesabýný kamuoyu önünde vermelidir. Bu da, umarým, önümüzdeki günlerde konuþulacak, tartýþýlacaktýr.
Ben ise bugün bir baþka boyuta dikkat çekmek istiyorum: Sadece þu veya bu aktörü deðil, bir toplum olarak hepimizi ilgilendiren boyuta: Devlette, özel sektörde, bireysel yaþamda, kýsaca her yerde sýkça karþýmýza çýkan ihmâlkârlýk ve adam-sendeciliðe.
Bunun Soma’da da geçerli olduðunu, faciadan kurtulan madencilerden Sayýn Nihat Çelik’i televizyonda dinlerken sezinledim. Anlattýðýna göre yangýndan önceki günlerde kömür aþýrý ýsýnmýþ ve iþçiler bunu fark edip amirlerine söylemiþler. Ama, “Siz çalýþmaya devam edin, bir þey olmaz” cevabý almýþlar.
Bu çýldýrtýcý cevabý yorumlayanlarýn çoðu, “kâr hýrsý”na ve “vahþi kapitalizm”e dikkat çektiler ki, kýsmen haklýydýlar. Ancak akýllý bir kapitalist iþletme, sýrf kendi kârý açýsýndan bile, “bir þey olmaz” demek yerine önlem almayý seçerdi. Dolayýsýyla, söz konusu “bir þey olmaz” kültürünü kendi baþýna bir problem olarak ele almak gerek.
Bunun nice örneklerini de hatýrlýyorum kendi hayat tecrübemden. Mesela 90’lý yýllarda sýkça duyardýk: “ÝSKÝ çukuru”na düþüp yaralanan, hatta ölenler olurdu. Yani Ýstanbul Su ve Kanalizasyon Ýdaresi, bir sokakta kazý yapar, üzerini kapatmadan çekip gider, yoldan geçenler içine düþerdi. “Bir þey olmaz” derdi herhalde ÝSKÝ’nin o zamanki yetkilileri.
Bugün trafikte de kolayca görebiliriz “bir þey olmaz” kültürünün traji-komik bir örneðini. Biliyorsunuz, kullandýðýmýz arabalarýn çoðunda eðer emniyet kemeri takmaz iseniz sesli uyarý veren bir sistem var. Ancak pek çok sürücü, lüzumsuz yere kafa ütülediði düþünülen bu sinyale bir çözüm bulmuþ durumda: Emniyet kemerini kesip metal parçayý yuvasýna takýyorlar. Hatta bu parça, “ toka” adý altýnda ayrýca satýlýyor bile!
Peki ama bu arabalarý dizayn eden adamlar (mesela Avrupalýlar veya Japonlar), niye “sesli uyarý” koymuþlar ki oraya? Çünkü kaza ihtimalini hesaplamýþ, sizi korumak için “kemer” geliþtirmiþ, bunu hatýrlatmak için de sinyal yapmýþlar. Ama siz “bip, bip ötüyor meret” diye kýzýyorsunuz buna ve susturmanýn yolunu buluyorsunuz.
Sonra, Allah korusun, kaza yapacak, kemersiz olduðunuz için aðýr yaralanacak, soranlara da “kader böyle imiþ” mi diyeceksiniz?
Her þey ilahi kaderde (kudret altýnda) olduðu gibi, kuþkusuz o sonuç da kaderde olmuþ olur. Ama kemer takýp önlem alsaydýnýz, kaderinizde o olmuþ olacaktý.
Kendi ihmâlkârlýðýmýzý “kader” inancýnýn yanlýþ bir yorumu üzerinden dine mal edip meþrulaþtýrmamalýyýz, bir baþka deyiþle.
Asýl yüzleþmemiz gerekense, bu ihmâlkârlýðýn, bu “bir þey olmaz” kültürünün sosyolojik kaynaklarýdýr. En önemlisi, sanýrým, “geç þehirleþen” bir toplum oluþumuzdur. O yüzden modern teknoloji veya sanayi ürünlerini hýzlýca ithal edip kullanýyoruz. Ama bunlarýn prospektüsüne, kuralýna, güvenlik þartlarýna yeterince dikkat etmiyoruz.
Geliþmek için, “standart” ithal etmemiz ve kültürümüze yerleþtirmemiz lazým. (“Fötr þapka” ithali deðil bu; kural, usûl, kanun ithali.)
Peki kimlerden mi ithal edeceðiz?
Sanayiyi, teknolojiyi, arabayý veya madenciliði bizden evvel kimler geliþtirmiþse, kimlerde daha az kaza ve ölüm oluyorsa, onlardan tabii ki.