Bir tarak... Bir yelek... Bir melek...

Gurbette Bayram. Nil Nehrine bırakılmış sepetteki Musa'ya çeviriyor insanı... Dört yanınız su.Genzi yakan bir özleyiş, bir yutkunma. Bu uzak diyarda talebelerin arasındayız... Kırıntılara kanat çırparak gelen kuşlar gibi toplandılar tüm Ramazan boyunca gurbettekiler.Bazen bir lokalde, bazen bir Ramazan tentesi altında, bazen bir Camii veya Kültürevi çatısında. Orucu aaçtıklarına mı, birbirlerini bulduklarına mı daha çok sevindiler...Gurbet, gariplikten geçiyor. Gariplerin Evi'ymiş gurbet.

Oruçlarımızdan birisini Okyanusun kıyısındaki bir lokalde açmak nasip oldu. Beni çırpıntısına kadar götürdüler. Yani ''çırpıntı'' kelimesi okyanusun haşmetfersa suretine elbette yakışmıyor. Zaten bir deniz değil o. Okyanus, itikaf gibi birşey... Devasa bir sessizlik. Sanki Melek'lerin taşıdığı bir şey, sanki kıtalar ve şehirler, onun gördüğü bir düş... Gurbetin kavislerinde, ''Uzak'' budur işte diyorsunuz. Kıble nerede diyorum, gösteriyorlar. İnsanın kalbi, bir balinadan daha hızlı yüzüyor, belki özleyişin veya itikafın hızıdır bu, emin değilim. Ama Kıble'ye doğru ufka baktığımda uzak bitiyor, herşey kalpte başlayıp yine kalpte bitiyor...

***

Allah Rahmet eylesin, Gönenli Mehmet Efendi, fakir talebeleri ve hafızlık öğrencilerini desteklemekle nam salmış bir alimdi.Bunu bilenler fıtrasını, sadakasını, zekatını, yoksul talebelere infak etmesi için ona yollarlardı. Bir bayram arefesinde çuvallarla gelen tarakların hikayesini anlatmışlardı. Tarakları öğrencilere dağıtan kimseler, biraz da boyun bükerek böyle de ikram mı olurmuş diye içlerinden geçirirlerken, bir de ne görsünler, talebeler alışık olmadıkları bu hediyeye çok sevinmişler. Bayram namazından çıkan küçük hafızların hepsinin ellerinde tarak, saç taraya taraya alaylar halinde caddeden geçiyorlar... Hepsinde pür neşe... Bayram, gönül hoşluğu, hediye demek...

***

''Hayatımın asrı saadetiydi o günler diyebilirim'' notuyla göndermişti Afganistan'da çekilmiş bir fotoğrafını. Mücahidlerin arasındaydı, üniversiteli günlerinde... İzlenimlerini yazmasını rica ediyordum, isteksizdi. Aradan 35 yıl geçmiş, yorgundu, mahzundu, küskündü biraz. Ufunetini dağıtmak için, fotoğraftaki beyaz yeleğinin çok demode ve kötü gözüktüğünü yazıyorum. Gurbette bayramın bir talebe için ne kadar zor olduğunu bilip bilmediğimi soruyor cevap mektubunda. Yeleği savaş günlerine has bir bit pazarından, yerlere serilmiş ve kullanılmış eşyaların arasından satın aldığını, sonra annesinden öğrendiği usulle yıkayıp kuruttuğunu yazıyordu mektubunda. Hindikuş dağlarından esen kış rüzgarlarını anlatıyordu. Nerede o mücahidler? Nerede okullarını bırakıp Mücahidlere katılan üniversiteliler, Tora Bora'nın karlarını eritecek o eski arkadaşlar, o eski bayramlar, beyaz yelekler neredeler...

***

İbrahim bin Ethem rüyasından uyandığında,

Bir melek buldu karşısında...

Melek altından bir deftere yazıyordu isimlerini

Allah’ın kendilerinden razı olduğu bütün sevgili kullarının.

“Benim ismim de orada mı” diye sordu İbrahim bin Ethem.

Ama “Hayır” dedi Melek cevaben...

O zaman şöyle dua etti İbrahim bin Ethem:

“İnşaallah benim adımı o deftere kardeşlerini seven biri olarak yazarsın”

Melek birşeyler daha yazdı deftere ve kaybolup gitti...

Ertesi gece yeniden geldi Melek...

İbrahim bin Ethem’i uykudan uyandıran parlak bir ışıkla parlayarak

Ve gösterdi İbrahim bin Ethem’e isimlerini

Allah’ın kendilerinden razı olduğu kullarının...

İşte orada! İbrahim bin Ethem’in ismi en başta...”