
En başta belirtelim: İslamcılığın temel siyaset olarak benimsenmesi ile bir "tarz-ı siyaset" olarak kullanılması arasında faydaları ve sonuçları bakımından dağlar kadar fark vardır.
Siyer kitaplarında, Hz. Peygamberin (s.a.v) peygamberlikle görevlendirildikten sonra en yakın akrabalarını topladığı ve Allah tarafından gönderildiğini belirttiği sonra özelde onlara, genelde bütün Araplara (ve elbette insanlığın tamamına) kendisine yardım etmeleri durumunda bunun kendilerinin yararına olacağını, maddi ve manevi anlamda büyük bir şan ve şeref elde edeceklerini söylediği anlatılıyor. Kur'an-ı Kerim'de de "Size bir kitap indirdik ki sizin için şan ve şeref kaynağıdır. Hala anlamıyor musunuz?" (Enbiya, 10) buyuruluyor. Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi Kur'an ve sünnet, dinin Allah'a has kılınması durumunda devletlerin, milletlerin, kavimlerin büyük bir şan ve şeref elde edeceklerini vurguluyorlar. Buradan çıkarılacak sonuç, güç merkezlerinin, devletlerin, milletlerin, kavimlerin öncelikli amacı "ilay-i kelimetullah" (Allah'ın sözünü en yüce kılmak) olmalıdır. Böyle olunca da kendileri de büyük bir şan ve şerefe kavuşurlar. İlk İslam devletlerinden Osmanlının son zamanlarına kadar, bu şiar bazı küçük aksamalara rağmen gözetildi ve bir bütün olarak İslam ümmeti izzetli bir hayat sürdürdü. Bu açıdan diyebiliriz ki İslamcılık ümmetin temel siyaseti olunca bu durum, onların şanına şan katan bir etki gösterir.
Osmanlının batılılaşmaya karar vermesinden sonra İslamcılık ümmetin temel siyaseti olmaktan çıkıp genel batılılaşma siyasetinin yedeğinde bir "tarz-ı siyaset" olarak görüldü. Tabi geçmişin şan ve izzetinden de eser kalmadı.
Cumhuriyet döneminde tek parti iktidarı genel anlamda İslamî şiarlara karşı sert bir siyaset izlerken yine de din, ihtiyaç duyulduğunda kullanılmak üzere yedekte tutuldu. Özellikle Kürt meselesi bağlamında en katı laik iktidarlar bile İslam'ı bir araç olarak kullanmaktan çekinmediler. Mesela Kemalist siyasetin zirvesi sayılan 12 Eylül darbesi döneminde, Türkiye'nin genelinde İslamî şiarlara, mesela başörtüsüne karşı cansiperane bir mücadele verilirken Kürtlerin yaşadığı bölgelerde cihad ayetlerini içeren en radikalinden dinî bildiriler dağıtılabiliyordu. Kemalizm, iktidarını sağlamlaştırmanın yolunu bulmuştu.
Kürt meselesi ülkenin gündemine oturduğu ve Kemalist iktidarlar ile bu meseleyi kullanarak şiddete başvuran örgütler sahnedeki yerlerini aldıkları sırada İslamcılar, genel anlamda bu işe bulaşmamak gibi bir tavır takındılar. "Elimizin karışmadığı bu hadiseye dilimiz de bulaşmasın" prensibini tatbik ettiler. Bu tutum, İslam'ın güç odaklarının genel siyasetlerinin hizmetine sokulmasına karşı izzetli bir duruştu. Bundan dolayı her iki tarafa da öğüt verecek, yanlışlarını vurgulayacak bir saygınlık da elde etmişlerdi. Bu yüzden çeşitli isimler altında şiddete başvuran gruplar, İslamcılara ilişmemek gibi bir yol izliyorlardı.
Kemalizm, çeşitli zulümlerini örtbas etmek, iktidarının ömrünü uzatmak amacıyla, kemiyet olarak az olmakla birlikte keyfiyet olarak geniş bir etki alanına sahip İslamcıları, dolayısıyla Türkiye toplumunun genelini yanına çekme politikasını keşfetti. Bazı iyileştirme adımları, İmam-Hatipler, İlahiyatlar açma, televizyonda haftada bir saat inanç programını yayınlamak gibi adımlar attı. Bu süreçlerden sonra, Kemalizmin uygulamalarına karşı mesafeli duran ve bu yüzden belli bir saygınlığa sahip olan İslamcı grupların bir kısmı, Kemalist rejimin yanında, ama elbette utangaç bir edayla, yer aldılar. Böylece ırkçı, baskıcı, jakoben, asimilasyoncu politikalarına da ortak oldular. Bu durum, özgürlükçü, izzetli duruş sahibi İslamcıları da bazı kesimler nezdinde töhmet altında bıraktı doğal olarak.
Bu yüzden bugün, AK Parti-MHP öncülüğündeki Cumhur ittifakının başlattığı bu süreçte sözünü ettiğimiz bu bir kısım İslamcıların söyleyecek sözü olmadığı gibi, özgürlükçü, izzetli duruş sahibi İslamcılara karşı da özellikle Kürt cenahında da en hafifinden bir kırgınlık hissedilmektedir. Yine de özgürlük, şan ve şeref, dini Allah'a has kılmada, yani İslamcılıktadır.