Bırak kefeni! Sen bize ‘kendimi asarım’ edebiyatını anlat!

Hürriyet gazetesinin tetikçiliğiyle maruf yazarı, “kefen edebiyatına giriş” diye, güya dalga geçen bir yazı yazmış... 

Bu yazıyı, 14 Padişahın metazori yöntemlerle indirildiği (kiminin katledildiği) onlarca Sadrazamın işbaşından uzaklaştırıldığı ya da boğdurulduğu, muhaliflerin salkım salkım sallandırıldığı, Başbakanların ve Bakanların asıldığı, siyasete müdahalenin vaka-i adiyeden sayıldığı bir ülkede yazıyor.

Kendisini İsveç yahut Norveç vatandaşı sanıyor...

Hiç olmadı sanki...

Hiç “darbe” ve “muhtıra” gibi pis işler olmadı.

Siyasetin kefen giymekle eşdeğer tutulduğu dönemler olmadı ve hayasızca darbe destekçiliği yapmadılar sanki...

Ellerinde tuzluk, muhtıra peşinden koşmadılar...

Linç konsorsiyumunun önüne attıkları insanların arkasından “Vay Şerefsiz” diye ünlemediler...

Paşa’nın Başkan’ı nasıl hizaya soktuğunu ballandıra ballandıra anlatmadılar...

Meclis’i “kaosun kaynağı” ilan etmediler.

Meslektaşlarını andıçlamadılar.

En rezil, en berbat, en pespaye manşetleri atmadılar.

Seçilmiş siyasetçileri Menderes’in akıbetiyle korkutmadılar.

Enerji dağıtım ihalelerinin yüzü suyu hürmetine ellerinden gelen her melaneti sergilemediler...

Bunlar olmamış gibi, eleman kalkmış, arsız bir pişkinlikle, “kefen edebiyatı” diye atıp tutuyor, aklı sıra makara yapıyor, “kefenimi giydim” diyen siyasetçilerle (yani Erdoğan ve Davutoğlu’yla) dalga geçiyor... Tescilli bir muhtıra destekçisi olduğunu, “Ne yani, muhtıraya karşı çıkacağız da, ötesini söylemeyecek miyiz? Ben ötesini de söylerim arkadaş” demiş bulunduğunu ise hiç hatırlamıyor.

Sen kefeni bırak da, “kendimi asarım” edebiyatını anlat bize.

En az “kefen” kadar berbat bir edebiyattır.

Ucuzdur.

Mesela, birlikte Bodrum gecelerine aktığın ve özel teknesinde şarap servisi yaptığın patronun Aydın Doğan, bu akımın en mümtaz temsilcilerinden biridir, hatta başlıcasıdır.

Muhterem, iki farklı sebeple ortaya çıktı ve “İspatlarsanız, kendimi Taksim’de asarım” dedi.

Bu ucuzluğa tamah etti.

İtiraz etmeyecek misin?

Bir makara-kukara yazısı çıkarmayacak mısın? “Hadi kefen edebiyatının istinat ettiği bir siyaset geçmişine sahibiz; biçimsiz dursa da, siyasetçilerimiz zaman zaman böyle şeyler yapıyorlar ve kendi bedenleri üzerinden iddialaşıyorlar. Senin zorun ne patron, niye kendini asıyorsun, değer mi üç kuruşluk ihaleye!” demeyecek misin?

Dahasını söyleyeyim:

Muhterem, “İspatlayın, kendimi Taksim’de asacağım” demişti.

İspatladılar...

Kendini asmadı...

Hasan Öztürk’ün de söylediği gibi, “kendimi asarım” diyen adam şimdi aramızda dolaşıyor.

Bunun için de bir çıkıntılık yapmayacak mısın?

Bir mavra çevirmeyecek misin?

Geyiğin dibini bulmayacak mısın?

Hadi bunları geçtik... “Eli silahlı demokrasi güçleri” de nedir yahu!

Bir yazında, böyle bir gücün varlığından söz ediyordun, çokbilmiş havalarında...

Bildiğimiz kadarıyla, silah kullanma yetkisine sahip iki kurum var: Emniyet ve Ordu.

Militer kurumlardır bunlar ve herhangi bir asayişsizlik durumunda, kanunun verdiği yetkiye dayanarak, ellerindeki silahları kullanırlar. Yani, pek de demokrasi gücü sayılmazlar.

Hangisini kastediyorsun sen?

Polis midir “eli silahlı demokrasi güçleri”, yoksa asker midir?

Ne demeyle çalışıyorsun?

Bize böyle bir gücün varlığını (olabileceğini) ispatlayabilir misin?

İspatlayamazsan, kendini Taksim’de asar mısın?