Bırak lojistiği, asıl projeye gel!

Kemal Kılıçdaroğlu’nun “liderliğinde” (!) keramet vehmeden İngilizlerin bile “Ne saçma şey yahu!” dedikleri “Yüzyılın Projesi”ni yazacaktım ama konu yavaş yavaş gündemden düşüyor galiba.

Hem, nesini yazacaksın ki?

CHP’lileri bile heyecanlandırmayan, “Bizim patron iktidara gelirse nakliye şirketi kuracak galiba” dedirten projeyi neresinden ele alacaksın?

Benzetmek gibi olmasın da, uzaktan uzağa, “Erke Dönergeci”ne benziyor sanki.

Benzerlik, hayali ya da uçuk olmasında değil...

Birincisi, evet, uçuktu... Kendi kendine enerji üreten bir düzenek olamazdı. Mutlaka bir dış katkı ya da girdi gerektiriyordu. Ama ikincisi için “uçuk” nitelemesini kullanamayız. Dense dense, “boş iş” denebilir.

Erke Dönergeci’yle benzerliği şurada:

Birincisi, kendi kendine enerji üretiyordu.

İkincisi, “kendi kendini” itibarsızlaştırıyor. Muarızların ekstradan bir gayret göstermeleri gerekmiyor yani.

Çünkü, Türkiye’yi lojistik merkezine çevirmek istiyorsan, altyapı yatırımlarına itiraz etmeyeceksin. Köprüye, baraja, limana, havaalanına, enerji santrallerine, karayollarına, tüp geçide karşı çıkmayacaksın... Türkiye’yi önemli bir “lojistik ve toplanma merkezi” haline getirecek Alsancak Limanı Projesi’ni iptal ettirmeyeceksin, bu alanda önceliği Yunanistan’a kaptırmayacaksın... Bilmem kaç bin öğrenciyi burslu olarak Avrupa’ya göndermek istiyorsan, o öğrencilerin bursunu kestirmeyeceksin. (Hatırlayalım, CHP’nin başvurusu üzerine, yargı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın binlerce öğrenciye verdiği bursu iptal ettirmişti.)

Türkiye’yi lojistik merkezi haline getirmek istiyorsan, bir şey daha yapacaksın.

Daha doğrusu, yapmayacaksın:

Ulaştırma Bakanlığı’nın tasarruflarını zırt pırt yargıya taşımayacaksın. (“Hızlı tren” konusunda yaptıkları anlaşılmaz defansı hatırlayalım.)

Proje hakkında bu kadar laf yeter...

Gelelim asıl meseleye...

Daha doğrusu, asıl projeye...

Kemal Bey, önceki gün, kürsüye çıktı, “Sonları Mursi gibi olacak. Ondan korkuyorlar” gibilerden tuhaf bir açıklama yaptı.

Bunu “temenni” sadedinde söylediğinden kuşku yok.

Çünkü, ortadaki “son”a (yani darbeye) itiraz etmiyor. Yüzde 52 oy almış meşru Cumhurbaşkanı’nın aşağılık bir tertiple devrilmiş olmasında sorun görmüyor... Dahası, bunu meşru ve olması gereken bir “son” olarak düşünüyor.

Bu gibi durumlara ne ad veriliyordu? Lapsus mu?

Kemal Bey, muarızlarını eleştirirken bilinçaltını ele veriyor, farkında olmadan neyi dilediğini açık ediyor. Ve “onlar” diye kodladığı kişilerin meşru ve olması gereken o “son”a, yani “darbe”ye müstahak olduklarını söylüyor.

Hiç şaşırtıcı değil,

Darbecilik, çünkü, bunların mayasında var.

Değişmezler...

Hemen Milli Şef’leri İnönü’nün “Şartlar olgunlaşırsa, darbe meşru haktır” fetvasını hatırlayalım. Başbakan Menderes ve iki Bakan arkadaşının darağacına gönderilmesini sağlayan, bir bakıma işleri kolaylaştıran bu fetvadır.

Kılıçdaroğlu, yıllar sonra, kendisine sorulan bir soru üzerine, biraz mırın kırın etse de, “Evet, olabilir... Meşru haktır” gibilerden bir cevap vermiş, darbenin “koşullara” bağlı olduğunu itiraf etmişti.

Bence konuşmamız gereken asıl “proje” bu...

Ki, Kılıçdaroğlu bu projenin hem yürütücüsü, hem koşul oluşturucusu, hem de “ittifak sağlayıcısı”dır. 

Bir yanına HDP’yi, bir yanında “darbe” diyen inleyen liberalleri almıştır. Arkasında da “paralel örgüt” vardır.

Lojistik saçmalıklarını bırakalım, asıl bu projeyi konuşalım.