Bırakın adamın yakasını

Kabine değişikliği üzerine de bir şeyler söylemek lazım ama “fikri takip melekelerim” bu konuyu çok da cazip bulmuyor.

Kısacık da olsa görüşümü bildireyim...

Nabi Avcı Milli Eğitim Bakanı, Ömer Çelik Kültür ve Turizm Bakanı oldu.

İki şık, iki fit isim...

Bizim kuşak Nabi Avcı’nın (tabii ki Nabi ağabeyin) yazılarıyla, kitaplarıyla yetişti. Yeni kavramlara onun sayesinde muttali olabildi... Ve, daha da önemlisi ironi...

Nabi Avcı kalksa, “İroniyi anlamayan nesle aşina değiliz” dese yeridir.

Kitaplarındaki müthiş ironiyi, ancak, yüzyıl boyunca yaralanmış insanlar çözebilir. “Bombacı Parmenides” diyeyim de, gerisini anlayın.

Ömer Çelik ise, uzun ve bağımsız bir yazının konusu...

Biz Ömer Çelik derken, siyasete girmiş, başarı basamaklarını hızla tırmanmış ve sonunda bakanlıkla taltif edilmiş birinden (bir politika heveslisinden) söz etmiyoruz. Uzun ve verimli sohbet gecelerinin Ömer

Çelik’i bu... Aynı anda hem politikacı, hem dost, hem arkadaş olabilen ve bu konudaki istikrarını sürdüren Ömer Çelik...

Söylemek ayıp kaçabilir ama ilki ağabeyimizdir, ikincisi arkadaşımızdır.

Kabine değişikliğinin (en azından benim açımdan) anlamı bu...

Hayırlı olsun, Allah utandırmasın...

Fikri takip melekelerimin daha cazip bulduğu konu ne olabilir?

Elbette Levent Kırca...

Hakkında söylenmesi gereken her şey söylendi.

Mizahı masaya yatırıldı.

Niçin gözden düştüğü tartışıldı.

Hırçınlığı, geçimsizliği, küfürbazlığı, tahammülsüzlüğü, özellikle İşçi Partisi çevresiyle teşrik-i mesaisi konuşuldu.

Hakkında çok ağır sözler söylendi.

Bir “fenomen” olmayı seçmiş Levent Kırca, belki, daha ağırlarını hak ediyor ama ben “bir şans daha tanıyalım” diyorum. Yani, kendi haline bırakalım ve eylemlerinin takipçisi olmayalım.

Haberi dün aldım...

Sezen Aksu, Ali Poyrazoğlu ve Halil Ergün, kendilerine “vatan haini” dediği gerekçesiyle Levent Kırca’dan şekvacı olmuşlar. 150 bin liralık tazminat davası açmışlar.

Niçin “bir şans daha tanıyalım” dediğimi, Levent Kırca’nın mukabil sözlerini okuduğunuzda daha iyi anlayacaksınız.

Mahkeme haberi kendisine ulaşınca, şu “ilginç” açıklamayı yapmış muhterem: “Ben üç tanesine hükümetten yana oldukları, ‘Biz seni takip ediyor ve destekliyoruz, yaşa hükümet’ dedikleri için, ‘vatan hainisiniz’ dedim. Eğer ben de dönek biri olsam aynı lafı ben de hak ederim. Bu üç arkadaşımız bana bugün 50’şer bin liralık, yani 150 bin liralık tazminat davası açmışlar. Benim için hiçbir önemi yok. Ben bu parayı nasıl olsa ödeyemem de bunlar kendilerini deşifre ediyor.”

Dikkatinizi çekerim, sanatçı arkadaşlarından söz ederken “tane” diyor.

İnsanların hangi koşulda hakareti hak ettiğini de, “fikir ve barikat değişikliğiyle” gerekçelendiriyor.

Böyle bir adama dava açılmaz.

Böyle bir adam kendi haline bırakılır ve “kendi kendini imha etmesi” sağlanır.

Kaldı ki, adamın yakasında “İşçi Partisi” rozeti var ve kendisinde hak gördüğü bir şeyi, başkasında nakısa olarak değerlendiriyor.

Bunu yapabiliyor...

Bu, olsa olsa, patolojinin konusudur.

Dolayısıyla, “gerçek duygusunu” yitirenlerin yeri mahkeme olmamalıdır...