Biraz geç kalmadık mı?

PKK çözüm sürecini, başladığı gün itibariyle bile Suriye’deki alan hakimiyetini genişletmek adına bulunmaz bir fırsat olarak gördü. Çünkü PKK’nın çözümden anladığı şey ile devletin anladığı aynı şey birbirinden farklıydı. Devlet çözüm sürecini, demokratik standartların iyileştirilmesi sonrasında PKK’ya silah bıraktırmak olarak formüle ediyordu. PKK ise sürece siyasal statü temini açısından bakıyordu.

İşin özeti çözüm süreci göbekten Suriye’ye bağlıydı.

Bu yüzden de Rojova’da kanton ilanı ve PYD’nin Suriye Kürtlerinin tek temsilcisi olarak sunulmaya başlanması çözüm süreciyle paralel seyir izledi.

Doğu ve Güneydoğu şehirlerini Kobanileştirme stratejisinin devreye sokulmasıyla çözüm süreci sona erdi ve PKK gerek hendek terörüyle gerek canlı bomba eylemleriyle tarihinin en büyük katliamlarına imza attı. Ancak hem Kürt sosyolojisi tarafından hem de güvenlik güçlerinin etkin mücadelesi sayesinde yine tarihinin en ağır hezimetini yaşadı.

***

PKK, başta Kürt halkı olmak üzere tüm Türkiye’de en ağır şekilde lanetlenirken siyasi temsilcileri Batı başkentlerinde parlamentolar düzeyinde ağırlanabiliyor. Avrupa ülkelerinin tamamı PKK’yı terör örgütü olarak görüyor ancak onun Suriye kolu olan PYD ve siyasi kolu olan HDP’yi meşru addedilip destekliyor.

Vezneciler saldırısını gerçekleştiren teröristler HDP’lilerin omuzlarında defnedilirken Selahattin Demirtaş Avrupalı arkadaşlarının işini kolaylaştırmak adına PKK’ya “TAK’ı dağıtın” diyor.

Bu ikiyüzlülüğün sorgulanmamasının sebebi, PKK’nın Suriye’deki kazanımların tarihi bir fırsat olarak görülmesi.

PYD 2003’te kurulduğunda Irak’ta dengeler değişiyordu. ABD işgali, IKBY’nin kurulması ve mezhepçi Maliki’nin yol açtığı süreğen kaos ortamıyla sonuçlandı.

“İç savaşı fırsata çevirme stratejisini” PKK, Suriye’de devreye soktu. Ne pahasına olursa olsun PKK’yı egemen güce dönüşmek ve meşrulaşmak için bu fırsatı kullanmaya karar verdi ve DAEŞ ile mücadeleyi bölgesel egemenlik alanını genişletecek taktik olarak devreye soktu. Bu sayede koalisyon güçlerinin de meşru ortağı oluverdi.

***

Türkiye bu stratejiye karşı ne yaptı? Ne yapabilirdi?

PYD’nin Suriye Kürtlerinin tek temsilcisi konumuna gelmek için yok etmeye çalıştığı Kürt unsurları daha güçlü şekilde destekleyebilirdi.

Hem Barzani’ye yakın olan hem de Suriye muhalefetini destekleyen grupların Rojova’da söz sahibi olabilmeleri için inisiyatif kullanabilirdi. Böylece Rojava’nın bir PKK kantonuna dönüşmesinin önüne geçilebilirdi. 

PYD’nin zorla ve şiddetle susturduğu, öldürdüğü, sürdüğü Kürt unsurlar ancak şimdi konuşmaya başladı. Bağımsız Suriye Kürtleri Derneği’nin Urfa’daki toplantısından sonra telefonda görüştüğümüz Abdülaziz Temo, Suriye’de PYD dışındaki tüm Kürt grup ve aşiretlerin temsilcileri olarak bir araya geldiklerini ifade ediyor.

Açık biçimde PYD’ye cephe alıyor ve PYD’yi “Kürtleri kiralık asker olarak kullandırtmakla ve ölüme sürüklemekle” suçluyorlar.

Temo; “Suriye’de üç milyon Kürt var, PYD Kürtlerin çoğunluğunu temsil etmiyor. Çoğunluk biziz ama silahımız olmadığı için sesimiz de çıkmıyor. PYD kendisine muhalif olan Kürtleri öldürerek başladı bu işe. Türkiye bizim için çok önemli. 910 kilometrelik bir sınırımız var. Türkiye’den istifade etmek istiyoruz. Türkiye düşmanlığı Kürtlere düşmanlıktır. Sınırını açmasaydı burada insanlar açlıktan, hastalıktan ölürdü. Bizim bir yarımız da Türkiye’de. Bize en büyük yardımı yapan Türkiye’dir” diyor.

Türkiye, Suriye muhalefeti içindeki Kürt unsurları PYD’den ayrıştırma ve destekleme konusunda mütereddit davrandı. Belki bugün bunun bir hata olduğunu düşünüyor. Ama epey geç kaldı.