Biraz utanma olur yahu...

Davanın baş-sanığı olan kadının tavrından söz etmiyorum, ya da onu ve arkadaşlarını savunmak üzere duruşmaya katılan herbiri Nazi dönemini hatırlatacak soyadlarına sahip olduğu için özel seçilmiş avukatlarından... Onlar zaten pişkin. Beate Zschaepe (‘Çepe’ okunur) adlı ve ‘Nazi gelini’ ünvanlı kadın, yargıçlar gelene kadar, salona ve dinleyicilere arkasını döndü; soyadları Nazi avukatlar da pişmiş kelle gibi sırıttı durdu...

Utanma duygusu arayıp bulamadıklarım Alman devletinin temsilcileri...

On kişiyi gözlerinin yaşına bakmadan öldürmüş, birkaç yerde Boston’daki düdüklü tencere bombasından daha etkili patlamalar gerçekleştirmiş ve en az onbeş banka soymuş ‘Nasyonal Sosyalist Yeraltı’ (NSU) adlı bir Neo-Nazi cinayet şebekesi yargılanıyor... Şebeke 2000 yılında başlamış cinayetlerine, yedi yıl boyunca sekizi Türk on kişiyi öldürmüş... Dokuzuncu kurban Yunan ve dönerciymiş, belli ki onu da Türk sandıkları için hedef seçmişler... Onuncu kurban bir Alman kadın polis; peşlerine düştüğü için yemiş kurşunu...

Alman medyası cinayetlere ‘Döner-Morde’ (Döner cinayetleri) adını takmış, istihbarat biriminden aldığı tüyoyla; okurlarına “Türk mafyası içi hesaplaşma” yalanını sunmayı ihmal etmemiş... Yani sadece ölenler kurban değil; aileleri de hem en değerli varlıklarını kaybetmiş, hem de etrafın gözünde ‘Mafya’ damgası yemiş... Cinayetleri araştıran özel birim, açtığı dosyaya, ‘Boğaziçi Operasyonu’ adını takmış...

Eylemleri Neo-Nazi çetesi işlediği halde...

Cinayet şebekesini yönlendiren düşünce Almanya’da yasak; devletin istihbarat örgütleri (tam 16 ayrı istihbarat bürosu var Almanya’da) ve güvenlik güçleri Neo-Nazi hareketlenme gördüğünde peşine düşmek ve eylemlerine engel olmak zorunda... Çete sadece radarlarından kaçmamış devlet birimlerinin; onların gözü önünde işlemiş cinayetleri, patlatmış bombaları, soymuş bankaları...

Eylemlerin biri internet kafede işlenmiş; kafenin sahibini öldürmüşler... Kafenin dört köşesinde kameralar kayıt yaptığı için cinayet ânı kare kare izlenebiliyor... Aaa, o da ne? Cinayet işlenirken kafede bulunanlardan biri Alman Anayasayı Koruma Örgütü (BfV) ajanı değil mi? Ajan, cinayet işlenirken olayı izlemek yerine önündeki ekrana bakıp durmuş...

Polis kapısına dayandığında ne demiş BfV ajanı? “Öyle mi, hayret? Ben cinayeti görmedim, işitmedim, bilmiyorum...”

Aynı ajanın şebekenin başka eylemleri sırasında da etrafta olduğunu görenler var... İlk iki cinayetin ardından kaçtıkları otomobilleri kiralayan da birer BfV ajanı...

Herhalde kurbanlardan biri kendi mensupları olduğu için polis çetenin inini didik didik etmiş; istihbarat birimlerini uzakta tutarak... O sayede cinayetler, soygunlar ve bombalamalarla ilişkisi kurulabildi Neo-Nazi çetesinin... Propaganda için bir de DVD yapmışlar, o ele geçince düğüm çözüldü.

Tablo karşısında gözlerin üzerine çevrildiği istihbarat örgütü BfV’nin ne yapmasını beklersiniz? Yakın takibe almış olmaları gereken örgütle ilgili bütün dosyaları savcılara devretmesini, değil mi? Savcılar BfV’nin kapısına dayanınca “Çok üzgünüz, ama o dosyaları biz yok etmiştik” cevabını almışlar. Kanıtlar yok olmuş bu arada, tanık olarak çağrılan istihbarat elemanları savcıların davetine icabet etmemiş...

Utanç verici pek çok durum var bu olayda Alman devleti açısından... Davanın görüldüğü duruşmanın ilk günü mahkeme salonunda görünmeyen işte bu duyguydu: Utanç...

Daha ilk günden oyunlara başladı Nazi kavramlarını soyadı olarak taşıyan sanık avukatları... Kurbanlar nâmına davayı izleyen müdahil avukatların ‘redd-i hâkim’ dilekçesi vereceğini haber alınca, kendilerinden yana olduğunu haftalar boyu yaptığı açıklamalarla açık etmiş yargıç Manfred Goetzl’i onlar reddetti...

“Oyunlar başladı” demem bu yüzden...