Biri çirkin, diðeri dedikoducu!

Sevgili aðabeyimiz Ahmet Taþgetiren’insitem, burukluk ve isyanla karýþýk iki yazýsýnýn bende “çaðrýþtýrdýklarýný” kaleme alacaktým.
Vazgeçtim...

Fetullah Gülen hakkýndaki iki yazýsýndan söz ediyorum...

Harika ve “adrese teslim” yazýlardý...

Hoyrat, pervasýz ve acýmasýz yüzünü yýllarca büyük bir ustalýkla gizlemiþ Fetullah Gülen’in, öte yandan kaba, terbiyesiz ve çirkin bir adam olduðunu anlatacaktým.

Diyeceksiniz ki, “Cümlenin ilk yarýsýnda sýraladýðýn olumsuz özellikler, diðerlerini zaten içeriyor.
Nesini anlatacaksýn ki?”

Doðru...

Ben de bu yüzden vazgeçtim. Mal meydanda. Fazlasý laf kalabalýðýna girer.

Bir tek þey söyleyeceðim:

Binlerce insana hükmedebilme iradesi gösteren, büyük bir örgütlenmenin sorumluluðunu “tek baþýna” üstlenmiþ birinden, mahalle dedikodusu kývamýnda laflar
beklemiyorsunuz.

Dili de, kendisi gibi çirkinmiþ. Bütün o “hoca efendi” numaralarý, o çirkinliði kamufle etmek içinmiþ...

Evet, tahmin ettiðiniz gibi, “koca göbekli adam” ifadesinden söz ediyorum.

Bugüne kadar, kendisinden “hizmet çizgisi”nde kalmasýný isteyen, “sana inananlarý ve güvenenleri harcama” diyen Ahmet Taþgetiren’e laf yetiþtirirken, “Dünyaya tapan, ahirete inanmayan, kapý kulu olmayý tercih etmiþ, genleri yalana, iftiraya, tezvire, ihanete kilitlenmiþ olan koca göbekli adam” diyor.

Hem terbiyesizlik ediyor, hem de bühtanda bulunuyor.

Bu adam, “bu haliyle” darbeye kalkýþtý.

Elinde yüzlerce insanýn kaný var.

Mustafa Cambaz’ýmýzý, Erol Olçok’umuzu, Halil Kantarcý’mýzý katlettirdi. Meclis’i bombalattý.

Hâlâ utanmadan konuþuyor ve saða sola laf yetiþtirmeye çalýþýyor...

Madem söz “dedikodu”dan açýldý, CHP’li Mehmet Bekaroðlu’nu anmadan geçersek
haksýzlýk olur.

Bekaroðlu, malum, Silivri Cezaevi’ne gitti. Tutuklu gazetecilerle görüþtü. Gazetecilerin talep ve þikâyetlerini dinledi. Bunlarý, basýn aracýlýðýyla kamuoyuyla paylaþtý.

Ýyi de etti.

Bu arada, “eski dost” Ali Bulaç’la da görüþtü, hasbihal etti, derdiyle dertlendi.

Fakat can çýkmadan huy çýkmazmýþ...

Bekaroðlu, Silivri’den, sadece talep ve þikâyetlerle dönmedi.

Bir de speküle edilebilir, her tarafa çekilebilir, üzerinde tepinilebilir bir “dedikodu malzemesi”yle döndü.

Ki, Bekaroðlu’nun ilgisini her zaman bu tür malzemeler çekmiþtir.

Olay þu: Ali Bulaç sorgudayken, içeri bir polis giriyor. Aðýr hakaretlerde bulunuyor. Sonra þunlarý söylüyor: “Ali Bulaç daha çok sürüneceksin. Sen Ahmet Taþgetiren gibi hareket etmedin.
Bak o nerede, sen neredesin. Reisin kadrini bilemediniz, iyiliðini, dürüstlüðünü bilmediniz. Þimdi burada, bu yaþta, bu þekilde sürünüyorsun. Daha da sürüneceksin.”

Hayýr, Ali Bulaç’ýn polise iftira attýðýný söylemeye çalýþmýyorum.

Polis o laflarý etmiþtir...

Fazlasýný bile etmiþ olabilir. (Ali Bulaç’a has “abartýcýlýk” bu olayda da geçerli midir, bilmiyorum. “Tutukluluk” þartlarý içinde bunlarý normal karþýlamalýyýz.)

Mesele, Ali Bulaç’ýn bunlarý anlatmýþ olmasý deðil...

Mesele, Mehmet Bekaroðlu’nun bu anlatýlanlarý taþýma cevvaliyeti ve iþgüzarlýðý...

Bulaç’ýn uðradýðý sözlü tacizi “bu þekilde” taþýyarak ve öne çýkararak (sanki bir darbe giriþimi olmadý, sanki birtakým gazeteciler bu darbenin lojistiðine soyunmadý) hem bütün meselenin “Reis’in kadrinin bilmeyen bir grup gazetecinin vefasýzlýðý”ndan kaynaklandýðýný (yargýnýn bu vefasýzlýðý cezalandýrdýðýný) söylemeye çalýþýyor, hem de baþkalarýnýn maðduriyeti üzerinden kiþisel hesabýný görüyor.

Bu satýrlarýn yazarýyla hesaplaþmasýný da (neden hesaplaþma gereði duyduðunu kendisi çok iyi bilir!) yine bir “dedikodu” üzerinden yapmýþtý...

Kalýbýndan da utanmamýþtý!