Biri 'DİKTATÖR' mü dedi

Yakın dönem siyasî tarihimiz muhalefetin iktidar karşısındaki ‘diktatörlük’ ithamlarıyla doludur. DP iktidarında da CHP, tıpkı bugün gibi, ‘diktatör’ ve ‘diktatörlük’ ithamlarını bol kepçe kullanmıştı. Bazıları bu ithamların sadece DP iktidarının son günlerine denk geldiğini sanabilir. Ama fena halde de yanılır.

1950-1960 dönemi yakın tarihimiz henüz yeterince ele alınamadı maalesef. En çok ve en iyi bildiğimizi sandığımız konularda bile ayrıntılara dikkat etmeyişimizin sonuçlarına katlanır olduk. Bunun en iyi örneklerinden biri de, DP iktidarının 1960’ın hemen öncesinde muhalefeti ezmeye çalıştığı yolundaki bilindik açıklamalardır. Hiç kuşkusuz, DP iktidarının bu son fotoğraf karesine giren ve otoriterliğe yeltenen tutumu, 27 Mayıs darbesinin gerekçelerinden birini oluşturmuştu. Fakat iktidarın ‘diktatör’ olduğu ya da diktatörlüğe doğru yol aldığı şeklinde ithamlar yeni değildi. Hatta eskimiş bile sayılabilirdi.

“Muhalefeti ezmek” söylemi

Belki de birçokları için şaşılacak olan nokta; CHP’nin, söylenegeldiği gibi, 14 Mayıs 1950’den hemen sonra DP iktidarına karşı ılımlı ve yumuşak bir muhalefet çizgisine sahip olmadığıdır. Nereden mi biliyorum bunu; çok basit; eğer seçimi kaybettiği andan itibaren CHP’nin resmî açıklamalarına dikkat edilirse, bu konu açıklık kazanır. Şimdi de filmi biraz geriye saralım ve 14 Mayıs seçiminin hemen sonrasına büyüteçle bakalım.

Seçim yenilgisi almış olan CHP’nin muhalefetteki ilk kurultayı toplanmış ve genel sekreterliğe partinin önümüzdeki on yılına damgasını vuracak olan önemli isimlerden Kâsım Gülek seçilmişti. Gülek, İnönü’nün tercih ettiği bir isim değildi; o Nihat Erim’i istemişti, fakat kurultayda bu talebini kabul ettirememişti. Bundan böyle İnönü-Gülek çekişmesi CHP’nin ayrılmaz bir öyküsü haline gelecektir. Fakat biz bu anlaşmazlığı şimdilik görmezden gelelim ve CHP’nin seçimden sadece altı ay sonra tasvir ettiği politik gerilime bir göz atalım.

İktidarın gerçek niyeti ne?

Kâsım Gülek, partinin genel sekreteri olarak, 26 Ekim 1950 tarihinde parti örgütüne ilettiği genelgesinde; henüz çiçeği burnunda sayılan iktidarı “muhalefeti ezmek”le suçlamıştı bile!

İsterseniz şimdi de bu genelgenin içeriğine bir göz atalım: Gülek, partisinin “gayret ve iyiniyet”lerine karşılık, “beş aydan beri” şahidi olunan gelişmelerin ve “beliren temayüller”in [eğilimlerin] “DP iktidarının bütün dikkatini, bu sistemin tek teminatı olan muhalefeti ezmek veya kendisine göre kukla bir muhalefet görmek hevesi peşinde koşmakta olduğunu göstermekte” olduğu iddiasındaydı. Elbette Gülek, bu iddiasına dayanak olacak “eğilimi” de göstermek ihtiyacındaydı. Şöyle diyordu: “İktidar sözcülerinin her vesile ve fırsattan faydalanarak söyledikleri nutukların hiçbir demokrat memlekette emsaline rastlanamayacak açık tehditlerle dolu olduğu, sağduyulu yurttaşların gözünden kaçmamıştır. Bunun en yeni ve hazin misalini DP istişarî toplantısında söylenen nutuk vermiştir.”

Gülek, genelgenin bu kısmında, DP yönetim kurulu adına Devlet Bakanı tarafından yapılan bir konuşmaya dayanarak, bu sözlerin “iktidarın muhalefet hakkındaki hakiki niyetini açığa vurmuş” olduğunu ileri sürüyordu. Gülek, iktidarın “bu zihniyeti ifade” ederken, bir yandan da “küçük oyunlara” da başvurmakta olduğundan şikâyet ediyordu. İktidar, CHP örgütü ile onun yönetim sorumluluğunu üzerine almış olanlar arasında “bir ayrılık yaratma hevesine” kapılmıştı. Ama genelgede asıl vurgulanan husus; “bugün iktidar partisi idarecilerinin muhalefet hakkındaki maksatlarının [amaçlarının] belirmiş olması”ydı. “İktidarın arzusuna göre ayarlanmış bir muhalefetle demokrasi olamaz”dı.

Evet ama, DP iktidarı niçin böyle bir yola girmişti acaba? Genelgede bunun da yanıtı verilmişti: “İktidarın bu asabiyeti ve tehditleri sebepsiz değildir. 14 Mayıs’tan beri yapılan dört seçimde milyonlarca vatandaşın etrafında toplandığı bir siyasî teşekkül olarak CHP, kendilerini rahatsız etmektedir. Demokrasi davasına gönülden inanmış olanlar, muhalefet ne kadar kuvvetli olursa olsun, bunun mevcudiyetinden rahatsızlık duymazlar.”

Muhalefetten rahatsızlık duyanlar

Elbette CHP böyle kuru gürültüye pabuç bırakmayacaktı: “En az kendileri kadar vatansever ve demokrasi davasına inanmış meşru bir siyasî teşekkül [kuruluş] olarak, anayasanın ve kanunların teminatı [güvencesi] altında murakabe [denetim] ve mücadelemize sonuna kadar devam edeceğiz. Muhalefeti yıldırma ve sindirme gayretleri, hiçbir zaman bizi memleket ve tarih karşısında şerefli vazifemizi yapmakta alıkoyamayacaktır.”

İktidarın daha ilk adımda demokrasiden uzaklaştığını açıklayan bu genelgede şu satırları okumak da şaşırtıcı olmasa gerekir: “Muhalefete rahat yüzü göstermeyeceklerini ilândan çekinmeyenler, demokrasi hayatına kendilerini intibak ettiremeyenlerdir [uyduramayanlardır]. Türkiye’de hiçbir fert, hiçbir zümre, hiçbir parti, memleketi bu merhaleden (aşamadan) sonra muhalefetsiz olarak idare etmek cüretinde bulunamayacaktır.”

Bu genelgeden de açıkça görüleceği gibi, CHP’nin DP iktidarına karşı işin başında anlayışlı, olumlu ve ılımlı bir muhalefet yaptığı yönünde yazılan bir tarih ciddîyetle gözden geçirilmeli ve CHP’nin iktidara karşı muhalefet çizgisinin daha en başından son derece sert çizildiği ortaya konulmalıdır. 1950-1960 dönemini anlamak ve analiz etmek için sadece 1960 yılına ait gazete kupürleri bunun için yeterli değildir. Zaten hiç yeterli olmadı.

İnönü de endişeliydi

Bazıları bu genelgeyi fazlasıyla ciddîye almanın abartılı bir tutum olacağını düşünebilirler. Bir an için öyle farz edelim ve bu sefer de kulağımızı İsmet İnönü’nün 9 Ekim 1950 tarihli radyo konuşmasına verelim. İnönü iktidarı şöyle suçluyordu: “İktidar, ilk gününden itibaren kendisine göre bir devlet teşkilâtı ve gene kendi anlayışında bir demokrasi rejimi kurmayı ehemmiyetli [önemli] bir iş saymıştır. Bugün iktidardakileri meşgûl eden başlıca mevzu [konu], muhalefete karşı açtıkları mücadeledir. Bu mücadele (...) beş seneden beri kurmaya çalıştığımız demokratik idarenin geleceği için endişeler uyandırıyor.” İnönü, “muhalefetin türlü engelle susturulması kararı”nın Meclis’te uygulandığından da şikâyetçiydi.

Ama dahası da vardı; İnönü, sözlerini şöyle sürdürmüştü: “Hükûmet sözcüsü gazeteler, muhalefeti ve onun ileri gelenlerini bozguncu, hatta hain olarak ilân ediyorlar. Bu ifadeler, birinci derecede mesul [sorumlu] olanların sözlerinden misal [örnek] ve ilham almaktadırlar. (...) Bugün bizi idare edenler, ilk günden itibaren gayretlerini muhalefeti isnat [iddia] ve iftiralarla yıpratmaya hasretmişlerdir.” İnönü, bu politikanın tesadüfî olmadığı kanısındaydı. Ona göre, bu politikanın gerisinde, muhtar ve belediye seçimlerinin sonuçları yatıyordu. Bu sonuçlar “iktidarı büsbütün çileden çıkarmış”tı. Hatta “muhalefet partilerine mensup olan salâhiyetli [yetkili] siyaset adamları ve gazete mensupları mahkeme”ye verilmişlerdi. İnönü’ye göre, “bu usûller demokratik idarenin gelişmesini” sağlayamazdı. Oysa, bunlarla boşa harcanacak zaman yoktu; asıl mesele, “memleketin maruz bulunduğu malî sıkıntı”ydı. (Muhalefette İnönü kitabından alınmıştır).

'DP'nin altın yılları'

Okuyucuların büyük bir kısmı bu deyimin bana ait olmadığını hatırlayacaktır. Evet, bu başlığı Metin Toker’in kitabından aldım. Neredeyse yirmi beş yıl önce 1990 yılında yayınlanan kitabında Toker, 1950’den hemen sonra CHP’nin “çok sert ve uyuşmaz” bir muhalefet yaptığının görüldüğünü yazmıştı. Muhalefet “hırçın”dı; fakat Toker yine de siyasal gerginliğin nedenini iktidarda arıyordu: “Muhalefetin hırçın olup olmamasının hükûmetin tutumunda hiçbir tesir bulunmaması lâzımdı [gerekirdi]. Ondan beklenen; kendi işine bakması ve iktidarını sürdürmeyi kavgada, sertlikte, huzursuzluk verici tedbirlerde değil, sandık başında aramasıydı.”

Bakalım, DP iktidarı bu ithamları hak edecek ne yapmıştı? 14 Mayıs’tan hemen sonra Ağustos ayında yapılan muhtarlık seçimlerinde yirmi bine yakın muhtarlığı DP kazanmıştı. CHP’nin on üç binden fazla muhtarlık seçimini kazandığını da ekleyelim. Seçimden sonra İsmet İnönü, CHP’nin seçimlerden başarıyla çıktığını açıklamıştı. Hemen ardından, Eylül ayı başında da, bu kez belediye seçimine gidilmiş ve DP Türkiye çapında % 90 civarındaki belediyeyi kazanmıştı. Bu durum rakamla 600 belediyeden 560 tanesinin DP iktidarının denetimine girdiğini gösteriyordu. Ekim ayında da il genel meclisi seçimleri yapılmıştı. DP elli ilden fazlasında seçimi kazanmıştı. DP, yine Türkiye ölçüsünde il genel meclisi üyeliklerinin % 80’ini elde etmişti. Oy oranı % 70’i geçmişti. Bilmiyorum, size de bütün bunlar tanıdık geldi mi? Yoksa bana mı çağrışımda bulundu?