Birkaç kişi ölseydi ne iyi olurdu!

Diyor ki muhteremler, “Bu kalabalığı iyi tanıyın... Burada çevre duyarlığı var... Ağaca sahip çıkmak var... İçki düzenlemesi adı altında sergilenen nobranlığa itiraz var... Biber gazına isyan var...”

Biber gazına ben de isyan ediyorum...

Sen plazanda oturup “Bu hedefsiz kalabalık bir devrim hareketinin fitilini ateşler mi?” diye beklerken, ben biber gazı soluyordum.

Cuma günü yarım mesai, Cumartesi günü tam mesai biber gazı soludum.

Pazar günü, ha keza...

Baş dönmesi, mide bulantısı, genizde yanma, gözyaşı bezlerindeki olağandışı hareketlilik... Ve yoğun bir istikrah duygusu...

Elinde balyoz, kamu araçlarını parçalayan “adamlarınız” sayesinde dört günümü bu şeraitte geçirdim.

Bu akşam da, nasibimi almak üzere, Dolmabahçe cihetine ineceğim... Bakalım...

Fakat bir dakika...

Nobranlığa itiraz eden bu dili ve dillerinizi, niye sadece “nobranlık” olarak nitelediğiniz “yayalaştırma projesi”, “içki düzenlemesi”, “mescit ihtiyacı” gündeme geldiğinde uzamış görüyoruz?

Kaç gündür insanları azdırıp duruyorsunuz; “Hükümet içkiyi yasaklıyor. Yaşam biçimimize müdahale edecekler... Ayrıca Taksim’deki ağaçları kesip AVM yapacaklar...”

Mahut düzenlemenin “içki yasağını” içermediğini, Taksim’e AVM yapılmayacağını bile bile üstelik...

Boşuna heveslenmeyin.

Buradan bir devrim çıkmaz.

Bugüne kadar hiçbir darbeye itiraz etmediniz... Hiçbir antidemokratik girişime cepheden “hayır” demediniz... İşkencecinizden ve cuntacınızdan hesap sormadınız... Yaşam biçiminize “kökünden” müdahale eden devletluya haysiyetli bir karşı çıkışta bulunmadınız...

Şimdi kalkmış nobranlıktan, “ben yaptım oldu” mantığından, Başbakan’ın üslubundan yakınıyorsunuz.

İnsafınız yok, anladık.

Utanmanız da yokmuş...

Efendim, bu kalkışmayı 27 Mayıs öncesinin olaylarına benzetmemek gerekiyormuş; tamamen heterojen bir kitlenin hak arama ve iktidardan hesap sorma girişimiymiş... Ve tamamen sivil bir eylemmiş.

Menderes dönemindeki nümayişler de heterojen bir kitlenin omuzlarında yükseliyordu.

Nobranlığa itiraz ediyorlardı...

Menderes’in üslubundan yakınıyorlardı.

Meydanlarda “barış” ve “kardeşlik” türküleri çığırıyorlardı.

Sonra tanklarınızı, silahlarınızı, “yer altı örgütlerinizi” soktunuz devreye, Türkiye cumhuriyeti tarihinin en utanç verici kalkışmasına imza attınız.

Heterojen kitlenin “heterojen” kalmasını istiyorsanız, yalan beyanlarla insanları azdırmayacaksınız.

Heterojen kitleye diyeceksiniz ki, eylemini yap ama cam çerçeve indirme.

Eylemini yap ama belediye otobüslerini parçalama.

Eylemini yap ama elinde balyozla sağa sola saldırma.

Eylemini yap ama Silivri’ye selam yollama.

Eylemini yap ama “konu dışı” pankartlar açma.

Eylemini yap ama parti binalarını ateşe verme.

Eylemini yap ama “Birkaç kişi ölseydi ne iyi olurdu” diye salim merkezlere mesaj gönderme.

Biber gazına itiraz et ama “Şuna ölüm, buna ölüm” şeklinde sloganlar atma.

İçki düzenlemesine karşı çık ama gece yarısı camileri işgal edip “işret meclisleri” kurma...

Başbakan’ın nobranlığından yakın ama bu nobranlığa vandal ve çağ dışı tepkiler verme.

Eylemini yap, sessizce dağıl.

Peki, siz ne yapıyorsunuz?

Heterojen kitlenize suhulet yolunu göstereceğinize, yangına körükle gidiyorsunuz.

Bu yangının büyüyüp plazalarınıza, korunaklı evlerinize sıçramayacağını mı sanıyorsunuz?