Bitirin artık şu doksanlı yılları...

Dün Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, UİP zirvesinde yaptığı konuşmada Avrupa’nın ekonomik krizinin siyasi krize dönüştüğüne vurgu yaparken bunun artık bir çıkmaz bir sokak olduğunu söyledi. Sayın Bakana katılıyorum; Avrupa bu haliyle devam edemez. Bu, Türkiye’nin önüne tarihi bir fırsat koyuyor. Zaten Babacan’dan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e değin devletin tepesi bunu biliyor ve her fırsatta da söylüyor. Ayrıca Babacan, dünkü konuşmada, Ortadoğu, Afrika ve Ön Asya bölgelerinin ekonomik büyüklükleriyle bağdaşmayan, çok düşük ticari ilişkiler içinde olduğunu söylerken, bölgenin önemli bir entegrasyona gitmekte olduğunu, bölgenin kalkınması ve barışın tesisi için piyasa temelli bu entegrasyonun gerçekleşmesinin elzem olduğunun da altını çizdi. Önümüzdeki yıllar, Türkiye merkezli, içine Afrika’yı da alan bir Avrasya bütünleşmesini öne çıkartacak ve bu da piyasa mekanizmasının bu bölgelerde doğru işlemesi ve bunun getirdiği demokratik istikrar ile olacak.  Böyle olunca, Avrasya’da yalnız ekonomik bir entegrasyona gidilmiyor; süreç, aynı zamanda, bir siyasi entegrasyon süreci olarak da gelişiyor. Ama bu çok bilinen ve apaçık ortada olan gerçeği tespit ettiğiniz zaman, bu tespit sizin önünüze ekonomiden başlayan bir ‘yeni’ bir çıkış stratejisi koyar.

Şimdi izninizle, bu tarihi fırsatı bir kez daha güçlendiren bu haftaki iki çok önemli-tarihsel- ekonomik gelişmeyi ayrıntılandırmak ve bir soru sormak istiyorum.  

Amerikan Merkez Bankası (Fed) Açık Piyasa Komitesi (FOMC) bu hafta tarihi bir karara imza attı. Bu karar, bana göre, yeni ya da ilave bir parasal genişleme olmaktan ziyade, beklenen paradigma değişiminin ilk güçlü adımıdır. Fed, istihdamda kayda değer bir iyileşme olana değin, varlık alımlarının devam edeceğini açıklarken hem dolara bağlı para sisteminin sonunun geldiğini-zımni olarak- açıklıyor hem de temel hedefinin, işsizliği ortadan kaldırmaya dönük yeni bir istikrar anlayışı olduğunu ortaya koyuyordu.

Fed’in bu kararla bitirdiği Enflasyon hedeflemesi paradigması, aslında Bretton-Woods sisteminin, ayakta kalmak için Volcker’le başlayan sonra Greenspan’la agresif olarak devam eden dezenflasyon süreçlerinden beslenmiştir. Buradan kanlı Şili darbesinin destekçisi ve neoliberal teorinin son şekil vericisi Milton Friedman oldukça yararlanmıştır.  Bunlara göre, enflasyon parasal bir olgudur ve parasal önlemlerle ortadan kaldırılır bu da kalıcı bir fiyat istikrarı sağlar. Neo liberaller, bu basit yaklaşımı Rasyonel Beklentiler, ya da faiz hedeflemesini öne çıkartan ara modellerle çeşitlendirerek merkez bankaları için değişmeyecek bir amentü oluşturmuşlardı. Buna da fiyat istikrarı başlığında enflasyon hedeflemesi diyorlardı. Bugünkü krizi hazırlayan doksanlı yıllar merkez bankalarının bu enflasyon hedeflemesi masalı ile geçti. Ama bu, aynı zamanda, Türkiye gibi azgelişmişler için de bir soygun mekanizmasıydı. Ne yazık ki, bu soygun mekanizmasını biz, kanunlaştırarak Merkez Bankamızın ‘değişmez’ temel görevi yaptık. Türkiye gibi ülkelerde, işsizlik, genç işsizlik, sanayi, teknoloji vb önemli değildi, önemli olan fiyat istikrarı idi. Yani yüksek faiz, gereksiz değerli ama ‘istikrarlı’ yerli para ve artan ithalat, ölen ara malı sanayi bol bol -uyuşturucu niyetine- giren sıcak para... Buna fiyat istikrarı dediler ve bunu kanun yaptılar.

Bretton-Woods bitiyor; soygun mekanizmaları da bitsin!

Türkiye’de doksanlı yıllar, hem karanlık yıllardır hem de bu mekanizmayla dışarıya kaynak aktaran soygun yıllarıdır. Tabii bu soygunun yerli temsilcilerini biliyorsunuz. İşte o yıllarda bu mekanizmayı bozmaya çalışan Özal’ın şimdi nasıl ortadan kaldırıldığını konuşuyoruz. Hiç uğraşmayın Özal’ı kimlerin öldürttüğünü söyleyelim size; Özal’dan sonra yerine kim geçip, bu soygunu devam ettirdiyse onlar...

Şimdi Amerika, geri çekiliyor ve dolara dayalı Bretton-Woods sisteminin çöktüğünü buna bağlı bütün iktisadi teorik altyapının da çöp olduğunu ilan ediyor.

Öte yandan Avrupa’da 4. Reich peşinde olan Almanya’nın direnci kırılıyor ve Avrupa Merkez Bankası’nın, Avrupa mali sistemi denetimi konusunda uzlaşılıyor. Bu, ortak bir mali sisteme geçişin ilk adımıdır ve bu adım da yeni bir Avrupa paradigmasıdır. Her iki gelişmede, ulus-devletlere dayanan ekonomik ve siyasi sisteme darbe vuran önemli adımlar olduğu gibi, Sayın Babacan’ın vurguladığı, Türkiye’nin çok önemli bir rol üstleneceği büyük Avrasya entegrasyonunun kapılarını açan yeni bir gelişme değil midir?  Eğer böyleyse Türkiye, neden hala darbe destekçisi Milton Friedman gibi neoliberal soytarıların aklının eseri (!) olan enflasyon hedeflemesi ve benzeri soygun mekanizmalarında ısrar ediyor...