Dün Bosna-Hersek’ten gelen bir kaç dostla konuþtum. Aþýrý Sýrp milliyetçilerinin (yani “Çetnikler”in) þu ara “Türkler birbirini batýrýyor” diye çok sevindiðini söylediler. Boþnaklarýn olanlarý üzüntüyle izlediðini de eklediler.
Sadece Bosna’da deðil, Müslüman dünyanýn dört bir yanýnda Türkiye’de olanlar üzüntüyle izleniyor. Ümmetin son dönemde parlayan tek yýldýzýnýn politik bir iç savaþla sarsýlmasý, umutlarý karartýyor.
Bizim de umutlarýmýz kararýyor aslýnda. Enerjimiz gidiyor, birbirimize attýðýmýz oklar hepimizin üzerinde bulunduðu gemide gedikler açýyor.
Son haftalarýn kesif kavgasýnda bulunan herkesin, cenahý ne olursa olsun, bu yakýcý gerçeði görmesi, “karþý tarafa vurma” niyetiyle Türkiye gemisinde onulmaz yaralar açmamasý lazým.
Türkiye’nin meþru hükümetini dünyaya “terörist” gibi sunmak çok büyük bir yanlýþ mesela... Veya Türkiye’nin dünyanýn dört bir yanýna ulaþan sivil toplumunu riske atmak...
Tespitler
Gelelim kavganýn içeriðine dair bazý tespitlere...
Þu ara iki zýt söylem çatýþýyor. Biri, hükümeti yargý baðýmsýzlýðýný tanýmamakla suçluyor. Diðeri ise yargýyý hükümete karþý bir silah olmakla itham ediyor.
Buradaki ikinci söylem, biraz “gözle görülmez” bir güce atýfta bulunuyor ki, bu hem abartýlý komplo teorilerine müsait, hem de gözlerden kaçmaya.
Bu mesele, malum, Ergenekon’la baþlayan soruþturmalar zinciri sýrasýnda gündeme gelmiþti. Yargý-polis dünyasýnda bir tür “subjektif motivasyon” olduðunu fark etmiþtim o zaman.
O sýralar “demokrat” cenahta “cesaret, gözüpeklik, idealizm” gibi sýfatlarla göklere çýkarýlan bu subjektif motivasyonun bazý aþýrýlýklar göstermeye baþladýðýný ilk vurgulayanlardan olduðumu hatýrlatmak isterim. Ergenekon ve Balyoz gibi davalardaki tuhaflýklara, Hanefi Avcý, Ahmet Þýk-Nedim Þener, Oda TV tutuklamalarýna Star’daki bu köþemde defalarca itiraz ettim.
O zamanki sezgim, söz konusu “subjektif motivasyon”un bir taraftan “dokunulmazlara dokunma” cesareti gösterdiði, ama bir taraftan da yargýyý “doðru dava”nýn enstrümaný haline getirdiði ve konspiratoryal/manikyen/makyavelist zihniyetle hareket ettiði için bazý vahim hukuk ihlalleri gerçekleþtirdiði yönündeydi.
Öneriler
O zamandan bugünkü tartýþmaya gelirsek; karþýmýzda iki büyük zorunluluk var:
Birincisi, yolsuzluk iddialarýnýn açýklýða kavuþmasý. Demokrasinin temellerinden olan güçler ayrýlýðý ilkesinin korunmasý.
Ýkincisi, yolsuzluk iddialarýnýn, hükümeti yýpratmaya, sarsmaya, hatta düþürmeye matuf bir “silah” olarak kullanýlmasýna prim verilmemesi.
Yani, bana sorarsanýz, ne ortada subjektif bir motivasyon var diye bunun bulgularýný tümden göz ardý etmeliyiz, ne de söz konusu motivasyonun politik niteliðini ve bunun yarattýðý derin sorunlarý ýskalamalýyýz. (Ergenekon sürecinde de öyle yapmak gerekiyordu, ama pek yapamadýk.)
Son tahlilde belki þunlarý vurgulamak gerekir:
Tayyip Erdoðan, Türkiye’nin seçilmiþ, meþru lideridir. Eleþtirilir, protesto edilir, ama sandýkta yenilmediði sürece kimse onu yerinden edemez. Bu yöndeki hiç bir giriþime asla tolerans gösterilemez.
Eðer yolsuzluk var ise açýða çýkmalý ve hükümet “çürük elma”sýz devam etmelidir yoluna. Güvenin bu kadar sarsýldýðý bir ortamda, adil bir hakem olarak Sayýn Cumhurbaþkaný’nýn öne çýkmasý, Devlet Denetleme Kurulu’nu devreye sokarak yolsuzluk iddialarýný kamu vicdanýnda açýklýða kavuþturmasý hayýrlý olabilir.
Bu kavgayý en az zararla atlatmak ise hepimizin üzerine vazifedir.
Unutmayalým ki, tüm kavgalarýmýza raðmen biz tek bir milletiz; hem de kendimizden daha büyük bir anlam ve misyon taþýyan bir millet...
2014’ün huzura, sulhe ve hayra vesile olmasý dileðiyle, vesselam...