Hatırı kalmasın... Arada sırada kafa çıkarıyor, “ben buradayım” demeye getiren açıklamalar yapıyor, ilgi bulamayınca kolay yolu seçip “spekülasyonun ipine” sarılıyor, kimse de oralı olmuyor ama üzülmesin, onu yaşatmak, yaptığı tarihsel çıkışları kayda geçirmek benim görevim.
Latif abi namıyla maruf Abdüllatif Şener’den söz ediyorum.
Son numarasını duymuşsunuzdur.
Buyurmuş ki, “Erdoğan’ın görevi, Müslümanları kiliseye sokmaktır.”
Bunu Yalçın Küçük söyleyebilir, JİTEM kesesinden kitap yazan Ergenekon muharrirleri söyleyebilir, Doğu Perinçek söyleyebilir, Kemal Kılıçdaroğlu’nun kaya gibi adamı Soner Yalçın söyleyebilir.
Söylerler ve hiç yadırganmaz.
Fakat, kendisini “Müslümanlık” iddiasıyla tanımlayan ve din adına endişe izhar (!) eden Abdüllatif Şener söyleyince, iş değişiyor.
Değişiyor ve “ayıp” sınırlarının ötesine taşıyor.
O zaman sorarlar adama:
Biricik mesaisi Müslümanları kiliseye sokmak olan Erdoğan’ın yanında ne işin vardı?
Niçin “kurucu üyeliğe” tamah ettin?
Niçin bakanlık görevini elinin tersiyle itmedin?
Niçin gözünü daha yüksek makamlara (örneğin Cumhurbaşkanlığına) diktin, umduğunu bulamayınca “Bu partide yolsuzluk var” feveranına sarıldın? Yolsuzluk vardı da, bunu açık etmek için neden bakanlıktan alınmayı bekledin?
Bir de şu:
Üyesi bulunduğun parti hakkında kapatma davası açıldığında ağzını açıp tek laf etmedin, “konu yargıdadır, konuşmamız doğru olmaz” buyurarak hukuk hassasiyeti gösterilerinde bulundun ama sıra Ergenekon yargılamalarına gelince hem ağzını açtın, hem de cabbar bir muhalif kesildin.
Niye?
Erdoğan, ezkaza, “Baykal haklı... Bizim kafamızdaki Cumhurbaşkanı adayı da şarabın tadından başka her şeyini bilen Abdüllatif Bey’dir” demiş olsaydı, bugün bu noktada mı olurdun?
HAMİŞ:
Diyeceksiniz ki, “Konumuzla ne alakası var?”
Bir alakası yok ama yazmasam çatlarım.
Kendimi bildim bileli futbol izlerim. Söylemesi ayıptır, Beşiktaşlıyım... Eskiden, çok eskiden, ilk gençliğin helecanlı sorumsuzluğu (!) içinde yakın deplasmanlara bile giderdim. “Taraftar çilesi” dedikleri şeyin ne olduğunu bilirim. Bursa’da, İzmit’te, Bolu’da, Ankara’da çok maç izlemişliğim, çok heba olmuşluğum vardır.
Şimdi bu gücü bulamıyorum.
Kaç yıl oldu, İnönü Stadyumu’nun kapısından bile geçmedim.
Beşiktaş’ın maçlarını, olabildiğince, televizyondan “izlemeye çalışıyorum” ve her taraftar gibi üzülüyorum.
Fakat, sevindirici haber:
Memleket ne kadar farkındadır bilmiyorum ama bu ülkede Önder Özen diye biri yaşıyor.
Bir dönem Zico’nun beyni olarak Fenerbahçe’de çalıştı.
Bazı alt küme takımlarında teknik direktörlük yaptı.
Bilgili, birikimli, entelektüel düzeyi ve kavrayışı yüksek bir futbol adamı...
Kestirmeden söyleyeyim:
Her haliyle, her davranışıyla insanda saygı uyandıran bir isim.
En azından ben öyle görüyorum ve yorumlarına, futbol bilgisine, efendiliğine, ciddiyetine, profesyonelce iş tutuşuna şapka çıkarıyorum.
İstihbar ediyoruz ki, Beşiktaş Kulübü Başkanı Fikret Orman, Önder Özen hocaya “futbol direktörlüğü” konusunda teklif götürmüş. Görüşmeler devam ediyormuş.
Neticeyi bilmiyorum.
İlk kez konumun dışına çıktım, “ola ki yöneticilerde neticeye etki edecek bir kanaat oluşturur” düşüncesiyle bu satırları yazdım.
Bir de şu:
Hep siyaset, hep gerilim, hep karşıtlaşma, hep mücadele, hep ihanet, hep darbe, hep Latif abi...
İyi hoş da, memlekette başka şeyler de oluyor. En azından bunu hatırlatmış olayım dedim.