‘Biz’ Sünniler… ‘Onlar’ Aleviler, öyle mi?

Alevilerin yemeği yenir mi yenmez mi? 

Son günlerde tartışılan en can yakıcı konulardan biri bu. Açıkça belirtmek isterim ki “Alevilerin yemeği yenmez!” demek ne kadar sorunluysa, bu hastalıklı zihnin kalıpları içinde “Alevilerin yemeği yenir!” cevabını vermek de bir o kadar sorunlu. Bu bir tehlikeli tuzak. Ayrıştıran ve çatıştıran zihni bir tuzak... 

Ne yani bir densiz çıkıp “yenmez!” dediğinde vereceğimiz cevap “yenir!” şeklinde mi olmalı? Yenilebileceğine dair deliller sunmak mı olmalı? Bence hayır! 

Öncelikle bu tehlikeli ve zehirleyici zihniyeti reddederek işe başlamalıyız. Aksi takdirde “Aleviler” diye başlayan o verili zihniyet içinde vereceğimiz her cevap bir “öteki” üzerinden konuştuğumuz ve bu bağlamda onlara lütufta bulunduğumuz algısı oluşturur ki benim sorunlu gördüğüm de bu işte! 

Toleransçı/müsamahakar bakış açısına yaslanan cevaplar kategorik olarak kendini merkeze oturtan “biz”i sorunlu hale getirir. 

 “Biz” kimiz? 

 “Onlar” kim? 

 “Biz” Sünniler... 

 “Onlar” Aleviler... 

Öyle mi? 

Sünnileri “öteki” olarak gören Alevici anlayış ile Alevileri “öteki” olarak gören Sünnici anlayış hem akidemizi, hem birliğimizi hem kardeşliğimizi zehirliyor. Bu zehri içimize akıtanlar bu kategorik ayrıştırmacı ve düşmanlaştırıcı zihin üzerinden bin yıllardır kanımızı akıtıyorlar. Bugün de İslâm coğrafyasında olup biten budur. 

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın “Bizim Sünnilik-Şiilik/Alevilik diye bir dinimiz yok. Biz aynı dinin mensuplarıyız!” demesi işte bu sözünü ettiğim yeni zihnin inşası için gerekli yapı taşı niteliğindedir. 

“Biz”in içinde hepimiz varız! “Öteki”miz yok bizim! O yüzden “Aleviler” diye başlayan ve onların aslında ne kadar iyi insanlar olduğuna vurgu yapan iyi niyetli açıklamalar bile şahsen bana rahatsızlık veriyor. Biz kendimizi mezheplerimiz üzerinden merkeze oturtup ötekileştirici bir dil geliştirirsek ortak akidemizi berhava etmiş oluruz. 

Hristiyan ve Yahudilerin yemeğini yenilir kabul edenlerin Alevi canlarımız üzerinden bu tartışmayı açmalarını hastalıklı bir zihnin ve düşmanlaştırıcı bir anlayışın ürünü olarak görür reddederiz. Herkes bilsin ki bizi birbirimize düşürüp yemek için pusuda bekleyen alçakların oyununa gelmeyiz. 

Gerisi laf ü güzaftan ibarettir, vesselam... 

   

Üstad Dilipak’a…    

Baştan ayağa samimisin. 

Hakiki bir dava adamısın. 

Zor zamanlarda konuşan mert adamsın. 

Hasbisin. 

Hesabi değilsin. 

Adaletlisin. 

Bu davanın kilit taşlarından birisin. 

Emin ol ki bu özelliklerin dolayısıyla en ağır eleştirilerin bile bu davanın asli sahiplerinde bir rahatsızlık oluşturmaz. 

AK Partililerin baştacısın. Vicdanısın. Davalarının güzel örneklerinden birisin. AK Partililerin ne kadar medar-ı iftiharıysan, AKP’lilerin de korkulu rüyasısın. 

Geçmiş hukukumuza dayanarak, en önemlisi seni Allah için seven bir kardeşin olarak diyorum ki iki şeye dikkat etmelisin: 

Bir: Partiyi ve davamızı güçlü kılmak için yaptığın samimi eleştirilerin Reis’i vurmak için pusuda bekleyenleri sevindirmesin. 

İki: AKP’lilere duyduğun haklı tepki, AK Partililerin elini zayıflatmasın. 

Şikayetinde haklısın. Pek çok eleştirinde de... Lakin bir konuda haksızsın. 

Zorunluluktan ötürü teknik danışmanlık hizmeti alınan Mckinsey’in “dost” edinildiğini, senin gibi hakiki dostların da “düşman” olarak görüldüğünü iddia etmen büyük bir haksızlık. Erdoğan’ın hassasiyetini bilen birisi olarak herkesten çok senin ucu Reis’e dokunacak veya malum çevrelerce Reis’e karşı niyetinden bağımsız kullanılacak bir suçlamayı dile getirirken bin düşünmen gerekmez mi? Bence bu iddianı yeniden gözden geçirmelisin. 

Her zaman her şey hoşumuza gitmeyebilir. Yanlış gördüklerimizi eleştirirken ima yollu dahi olsa birbirimizi itham etmemeye azami dikkati göstermeliyiz diyorum. 

Bilesin ki sevgili üstadım biz seni her halinle seviyoruz.