Biz susarsak Gazze susar

Başbakan Erdoğan’ın dün Mecliste AK Parti Grubu’yla yaptığı toplantı pek çok açıdan tarihi öneme sahipti. İlk söylenmesi gereken bunun bir veda buluşması olmasıydı elbette. 10 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı seçilmesi halinde, 12 yıl önce enkaz halinde devraldıkları Türkiye’yi bugünkü haline getirmek için omuz omuza verdiği arkadaşlarıyla Meclis çatısı altında başbakan, genel başkan sıfatlarıyla bir araya gelemeyecek çünkü.

Toplantıyı tarihi kılan diğer yön ise dünün 22 Temmuz olması idi. TBMM’ye cumhurbaşkanı seçtirmemek için yapılan kirli müdahalelerin hukuk içinde cevaplanmasının ve AK Parti’nin seçimlerden oyunu artırarak çıkmasının yıldönümü yani. Millet üzerinde hala vesayet kurabileceklerini zannedenlerin tuzaklarının başlarına geçmesinin, vesayetten tırsan bir zamanlar ülke yönetmiş DYP, ANAP gibi merkez sağ partilerin sandıkta can vermesinin yıldönümü.

Seçilmiş hükümetlerin hükmetmesini önlemek için tesis edilmiş cumhurbaşkanlığı makamını Abdullah Gül gibi Kemalist Cumhuriyetin üretim hatası kabul edilen, ‘vatandaş’tan değil ‘halk’tan sayılan birine kapatmak için mitingler düzenletip ‘başörtülüler Çankaya’ya çıkamaz’ sloganları, ‘genç subaylar rahatsız’ manşetleri attıranlara kapak olmasının yıldönümü.

İşte bu badireleri halk desteğiyle aşmayı başarmış bir siyasi liderin cumhurbaşkanı olmak için ayrılırken grubuyla böyle bir günde vedalaşması kaderin hoş bir cilvesi elbette. 

Şahit ol Yarab!

Ama Başbakan’ın konuşmasını mahşeri anlamda tarihi kılan asıl bölüm Gazze ile ilgili söyledikleriydi. En temelde bir dine inananların inandıkları dinin buyruk ve tavsiyelerinden, inandıkları Yaradan’ın mutlak adalet vaadinden, inanmayanların ise içlerindeki vicdan yasasından tanıdığı bir büyük hakikatin şahidiyiz çünkü tam da bu günlerde.

Siyonistler hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde cehennemi hak edebilmenin gereğini Gazze’de çocuk öldürerek yerine getirirken koca bir dünya susmakta. Buna izin vermekte.

Dünyanın, insanlığın, ümmetin çok ciddi bir ‘İsrail sorunu’ olduğu kesin. Bu sorunun serinkanlı analiz gerektiren pek çok boyutu olduğu da...

Lakin öyle bir zaman, öyle bir hal ki bu, serinkanlı olmak imkansız.

Gözümüzün önünde öldürüyor çünkü İsrail. Elimiz ermiyor, kurt kuzuyu kapıyor, dünya ısrarla susuyor, insanlıktan çıkmak karşılığında İsrail vatandaşı olabilenler zevk içinde dans ederek kutluyor çocuk ölümlerini. İsrailli vekiller çocuklarla birlikte annelerini de öldürmekten bahsediyor, İsrailli akademisyenler Gazzelilerin annelerine kız kardeşlerine tecavüz etmeyi öneriyor, İngiltere 600 Gazzeli için tek kelime etmezken 13 İsrail askeri için resmi gözyaşı döküyor, uluslararası kurumlar tıss...

Ve biz şahit oluyoruz tüm bunlara!

Şahit yazıyor bizi melekler! Ne yaptığımızın, ne dediğimizin, nerede durduğumuzun ve kalbimizin ne için titrediğinin kaydını tutuyor!

İlahi adalete ve mahşerdeki hesaplaşmaya inananlar için bu şahitlik elbet reel politikten büyüktür. Başbakan Erdoğan’ın dünkü mahşeri kaydı şöyledir:

“İsrail Filistin’e pervasızca saldırıyor. 600’e yakın şehit var. İçlerinde kadın ve çocuklar var. İlk olarak 1948’de Filistin’e karşı yapılan katliama dünyadan ve Müslüman ülkelerden gereken tepki gelmediği için İsrail tarihte görülmemiş bir şımarıklıkla saldırılarına devam ediyor. Dünya ise buna seyirci kalıyor. Türkiye’nin Filistin davasının yanında durması, İsrail’e hukuku hatırlatması ise birilerini rahatsız ediyor. Türkiye’ye zalim devletler için nöbet tutturamazsınız. Bedeli ne olursa olsun Filistin davasının yanında olmaya devam edeceğiz. Biz susarsak, biz susturulursak, kaybeden sadece Gazze değil, Türkiye’nin bağımsızlığı olur. Son nefesimize kadar bağımsız Türkiye, son nefesimize kadar Filistin demeye, insanlık demeye, adalet demeye devam edeceğiz”.

Filistin için, adalet için, insanlık için susmamak. Bu toplumun bu devletten beklediği budur. Sesini bunun için yükseltebilen bir ülkenin vatandaşı olmak ayrıca şükür gerektirir.