Hollanda ile yaþanan gerilimin, Türkiye'de sadece devlet nezdindeki tepkilerle sýnýrlý kalmadýðý, halka da mal olduðu aþikar. Öyle ki, bunun en somut görüntüsü, referandumda “Evet oylarý”nýn en az iki puan arttýðý þeklinde ortaya çýkýyor. ÝBB Meclisi'nde bir baðýmsýz üyenin “Holþtayn” ineðini keseceðini söylemesi ise iþin ulaþacaðý tepki noktasýný gösteren tipik bir olay. Hadiseyi halkýmýz ne bir bakanla sýnýrlý görüyor, ne de Ak Parti ve referandumla. “Milli bir mesele” olarak algýlanýyor konu ve ona göre de tepkilere sebep oluyor.
Aslýnda devlet olarak, bazý þeylere dikkat ediyoruz. Mesela Hollandalý turistlerin Türkiye'ye gelmeye devam etmesini, Hollanda sermayesinin Türkiye'ye yatýrým yapmasýný, karþýlýklý ticaretin sürmesini önemsiyoruz. Bunun için de mesela Bakanlar Kurulu'nda tansiyonun kontrol edilmesi yönünde görüþler ortaya konuyor. Bunun yanýnda ekonomi dünyasý da kontrollü bir tepki gösterilmesini istiyor.
Meseleyi bütün boyutlarýyla görmek için þöyle bir soru sormak da gerekiyor:
- Acaba Hollanda ya da baþka herhangi Avrupa ülkesi ile yaþadýðýmýz gerilim orada devlet kadrolarý kademesinde mi kalýyor yoksa sokaktaki insana da yansýyor mu?
Bu soru þu açýdan önemli ki, devlet kademeleriyle sýnýrlý kalýrsa çözümü de devletler arasý iliþkinin iyileþmesi ile mümkün olur, halk nezdinde derinleþirse, onun izalesi çok daha zordur.
Nedir durum?
Aslýnda, “Ýslamofobi” ya da gittikçe geliþtiði haberleri gelen “Türkofobi - Erdoðanfobi”nin toplumsal bir zemin kazandýðý, o alana yatýrým yapan siyasi yapýlardan anlaþýlýyor. “Týrmanýyor” diyoruz, zaman içinde “Türkofobi”ye dönüþen “yabancý düþmanlýðý” için. Wilders'lar, Le Pen'ler, Dazlaklar... Bu alanda iktidar arayan yapýlaþmalar.
Avrupa'nýn her ülkesinde büyük - küçük böyle cinnet oluþumlarý var.
Ama yine biliyoruz ki, diyelim Hollanda'dan Türkiye'ye gelen turistler de var. Türkiye'de yatýrým yapan iþadamlarý da var. Ayný þekilde Antalya - Alanya'da nerede ise yerleþik bir Alman kolonisi oluþtuðu söylenebilir. Bunlar nerede ise “Türkiyeli” oldular.
Herhalde Avrupa'da Türkiye'ye yönelik bu ilginin - akýþýn kesilmemesini, hatta devamýný, yükselmesini de önemseriz.
Soru þu:
- Acaba yaþanan gerilimler Türkofobi enfeksiyonunun, geniþ toplum kesimlerine yayýlmasý gibi bir sonuç doðuruyor mu?
Ýngiliz The Times gazetesi, “Avrupa ülkelerinde Türk bakanlarýn konuþturulmamasýný Avrupa deðerlerine ihanet” olarak görmüþ. Bu iyi ama nerede ise nadir bir Batýlý medya yaklaþýmý.
Avrupa'da birçok yazýlý - görsel medya organý, Türkiye medyasýndan, þu veya bu Avrupa ülkesine yönelik tepkileri, “Aðýr hakaret” yorumu içinde sunuyor kamuoyuna. Ekrana taþýnan gazete manþetleri, o ülkelerin halklarýnda da Türkiye'dekine benzer karþýt duygular oluþturuyorsa, onun telafisi için de bir hayli çaba sarf etmemiz gerekecektir. Nasýl þu anda Türkiye'de Hollanda'ya iliþkin tepkilerin dozu bile yeterli yükseklikte olmadýðýnda, halk tatmin olmuyorsa, benzeri bir durum Avrupa toplumlarýnda da ortaya çýkabilir.
Bunu istiyor muyuz, sanmýyorum. Hatta bunu istemediðimizi düþünüyorum. “Tepkilerimiz Hollanda halkýna deðil” tarzýnda hem AB Bakaný'nýn hem Dýþiþleri Bakaný'nýn koyduðu þerhler de bunun için.
Bunlarý yazdýktan sonra geleceðim nokta þu:
- Dünyada Türkiye algýsýnýn saðlýklý oluþmasý için öteden beri seslendirilen ama sýcak geliþmeler ortamýnda pek fazla dikkate alýnmayan “Kamu diplomasisi” hadisesini yeniden masaya yatýrmalýyýz. Kavga verilecek yerde kavga verelim ama bunun halklara haklýlýðýmýzla birlikte taþýnmasýna da itina edelim. Buna devlet dili olarak da itina edelim, medya dili olarak da...
Bir ara Batý'ya “Erdoðansýz bir Türkiye'ye oynamak beyhude bir çaba” diye yazdým.
Bu Türkiye gerçeðidir, bunu yazmaya devam ederiz.
Ama ben “Türkiye markasý”ný da, tarihin bu noktasýnda onunla nerede ise bütünleþen “Erdoðan markasý”ný da, dünyaya pazarlayacak pozitif bir dil üretilmesinin bu markalarýn deðerini yükseltmek adýna hayati olduðuna inanýyorum.