Bize yeni bir iklim gerek...

Bir romancýmýz son eserinin tanýtýmý için çýktýðý televizyon programýnda, artýk lâf nereden oraya gelmiþse, günümüzdeki ‘Ýslâm’ anlayýþýný geçmiþle mukayese etmiþ... Fazla derinliði olmayan, naif cümlelerle... Bir cümlesi “Ýslâm’da deðiþiklik yapýlmasý zorunlu” olunca ülke neredeyse sallanýyor... Sözlerini kýyasýya eleþtirenler arasýnda Ýslâmi örgütler de var...

 

 

Tamam, “Ýslâm’da deðiþiklik yapýlmasý zorunlu” cümlesi pek çok bakýmdan sorunlu; ancak söylediklerinin baþýný ve sonunu da hesaba kattýðýnýzda demek istediðinin o kadar tepkiye müstahak olmadýðý anlaþýlýyor. “Eskiden felsefesi vardý” demesi, ailesi yaþlýlarýnýn dini anlayýþlarýna olumlu göndermeler yapmasý, romancýnýn meramýnýn çevreye rahatsýzlýk vermek olmadýðýný ortaya koyuyor.

Eminim, geçen hafta sonu Ýstanbul’da yapýlan, ülkemizin öndegelen düþünürlerinin katýldýðý ‘Ýslâmcýlýk Sempozyumu’nda da romancýnýn deðindiði türden ‘yanlýþlýklar’ üzerinde durulmuþtur; tabii daha bilimsel cümlelerle...

O halde cümlelere ve sözcüklere takýlmadan duruma yakýndan bakabiliriz...

Þekil olarak dinin en yaygýn görünürlüðe sahip olduðu bir dönemde yaþýyoruz. Giyim-kuþam açýsýndan olduðu kadar söylem olarak da din toplum gündeminin merkezinde. Yeni camiler inþa ediliyor, eskilerin ihyasý faaliyeti hýzla sürdürülüyor. Ýki ay sonra Ramazan’ý idrak edeceðiz; hiç kuþkusuz, yaþadýðýmýz en görkemli mübarek ay olacak... Toplu iftarlar, kalabalýk teravih namazlarý ve umrelerle...

Ýslamiyet þekilden ibaretse durumumuz mükemmel...

Fakat dinimizin bir de deruni yönü var; bizi ‘biz’ yapan ve baþka inançlýlardan ayýran özellikleri... Yoksa takkeyi Museviler de takýyor; onlar da oruç tutuyor... Her dinin kutsal mekânlarý var ve Hýristiyanlar Meryem Ana Evi’ne koþup ‘hacý’ oluyorlar...

‘Deruni yön’ konusunda sorunlarýmýz bulunduðunu itiraftan kaçýnmamalýyýz. Her mahalleye bir veya birden fazla cami yapýlmasý güzel, ancak camileri ‘estetik’ açýdan ‘mükemmelliði’ arayarak yapamaz mýyýz; hele etrafýmýzda Mimar Sinan ve öðrencilerinin muhteþem eserleri varken?

Üstümüz-baþýmýza da dikkat etsek fena mý olur? Kimse bizden markalý giyinmemizi beklemiyor, ancak temizlik imandan deðil midir?

Ya insanlara tebessümle muamele? Ýnsanýn içi neyse dýþarýya da o vuruyor; eliyle, diliyle baþkalarýna zarar vermediðimiz gibi, baþkalarýnýn da bu özelliðimizi bizden ‘mesaj’ olarak almasýný saðlamanýn yollarýný bulmalýyýz. Güvenilir, sözüyle özü bir olmak, yalana sapmamak... Bunlar da insanlarýn inançlýlardan beklentileri...

Geçmiþle aramýzdaki esas fark da burada: Hoþgörümüz az... Vur denildiðinde öldürüyoruz. Örnek: Yaþý küçüklerin içkiye ulaþýmýný engellemek, aþýrý alkol tüketiminin önüne geçmek için alýnan tedbirler önemli; ancak bunu yaparken insanlarýn yaþam tarzlarýna müdahale edildiði hissine kapýlmalarýna yol açmak zorunda mýyýz? Elbette hayýr.

‘Eskiden’ böyle hoþgörülü bir ortam vardý ve eleþtirilen romancýnýn ‘felsefe’ dediði þeydi o hoþgörünün sebebi. Yani ruhi incelik, ya da Yaratan’dan ötürü yaratýlaný sevme felsefesi... Bunu saðlayan kurumlar kapatýldý kapatýlalý biraz —belki de çok— hodbinleþtik.

Bize Mehmet Akif’le Abdülhak Hamid’i ve Neyzen Tevfik’i ‘dost’ yapabilen ‘iklim’ gerek...

Onu da siyasetten bekleyemeyiz.