Bizim oraların ‘Adem’ ve ‘Heva’ları

Bizim oraların her şeyi biraz tuhaftır, anlaşılmaz yani. Tabii kadınları da.

Siz Fadime’yi bilirsiniz en çok. Bir de Heva (Havva) vardır; “Adem’i elma yemeye ikna edesiye kendi işimi kendim yapayım”dır felsefesi.

Heva hem çok çalışır, hem çok konuşur. Belki de sırf konuşabilmek için çok çalışır. Böylece özgürlüğünü satın alırlar erkeğinden.

Bizim oralarda erkekler kahvededir ziyadesiyle, kadınlar tarlada... Sırtındaki yükten kendisi görünmeyen bir kadın ile ellerini arkasına bağlamış kocasını yan yana görebilirsiniz. Ve birazdan adam, şemsiyesine taktığı ceketini karısının çimen yükünün üzerine atıverir. Devasa yükün yanında bir ceketinin ağırlığının lafı mı olur!

Böyle Ademler’in ve böyle Hevalar’ın memleketlisi olduğumdan, ‘o Adem’ ve ‘o Heva’yı bir kemerli köprünün üzerinde durmuş atışıyorken gördüğümden olacak, içinde “kadının fıtratı” geçen bir cümle duyduğumda, okuduğumda hemen “hangi kadın” diye sorarım. “Hangi kadının asli görevi ev hanımlığı?” Beşeriyetin hangi bahçesinde kadınlar sadece gül dermekle meşgul olmuş ki?

Hz. Hatice’nin sünneti

Sonra farklı kültürler tanıdım, bizim oraların insanına benzemeyen insanlar... Yüzüne güneş değmemiş, elini ateş yakmamış kadınlar... 9 ay karnında taşıdığı oğlu karşısında bile konuşamayan ama, sözü olmayan, adı olmayan kadınlar... Soru aynı, beşeriyetin hangi bahçesinde kadınlar sadece gül dermekle meşgul olmuş ki?

Sonra Peygamber eşlerini tanıdım, bir tanesi Peygambere Peygamber olduğunu haber vermişti. Peygamberin biricik eşi, çocuklarının annesi Hz. Hatice’nin bize kalan sünneti ev hanımlığından mı ibaretti? Çocuk yetiştirmenin inceliklerini mi öğrendik Hz. Hatice’den? Yoksa malıyla canıyla İslam Peygamberinin yoldaşı olduğunu mu? Öyle olmasa hüzün yılı der miydi Peygamber onun öldüğü yıla. Sadece eşini mi kaybetmişti Peygamber, yoksa bir mücahideyi mi kaybetmişti İslam dini.

Sonra Hz. Ayşe, İslam tarihinde bir buruk sayfa olarak anılsa da, Cemel Savaşı’nın komutanı değil miydi? Bir içtihat yaptı, ittifakla isabet ettiremedi. Ama ya Allah yasaklamış olsaydı, ya Peygamber hayattayken “aman ha Ayşe, elinin hamuruyla girişme böyle işlere” demiş olsaydı, bu ibretlik savaşı yaşar mıydı Peygamberini yeni kaybetmiş olan İslam ümmeti.

Erkeği eve bağlamak!

Ha, bu örnekten yola çıkıp, “demek ki neymiş, kadının yeri eviymiş” diyenler de olmuştur, olacaktır şüphesiz. Bu acı deneyimden nasihat olarak bunu devşirenlere ne denebilir, “Her şeyin en doğrusunu Allah bilir”den başka?

Demem o ki, kadınlık ve erkeklik rollerimizi, hanenin, içerinin, dışarının, köyün, şehrin binbir çeşidinin olduğu yaşını bilmediğimiz şu yalan dünyada kendi zihnimizin sınırlarıyla, köyümüzün en son çitiyle tanımlamaya kalkmak ilahi mesajın ne kadarına tekabül edebilir, düşündük mü hiç? Niyetler saf da olsa; belki de Allah’ın dinine din eklemek, ya da ondan eksiltmektir yaptığımız.

İnsanın halife oluşundaki bütünlüklü yaklaşımı örten tefsirler, ancak dar kapılarımızın açıldığı iç avlular kadar bir ufku barındırabilir. O zaman kadınlıklar ve erkeklikler için mekanlar tayin ederiz, kadın ve erkeği birbirinin velisi değil hasmı kılan açıklamalar yapar, kadına evi erkeğe ofisi mekan tutarız. Hadi, eve kadim gelenekte yer var, kadını oraya koyduk; ya ofisi, plazayı ne yapacağız? Erkeği geleneğe, örfe nasıl bağlayacağız? “ Kışkırtılmış kadınlıklar”ın sebep olduğu “moderinite şiddeti”ne nasıl çare bulacağız?

Not: Bu yazı bir “moderinite” eleştirisidir!