Bizimkilerin zorbalýðý ve akademik özgürlük

Bildiri savaþlarý devam ediyor.

Polisi suçlayan ODTÜ Yönetimi de,  bu üniversiteyi ve olaya karýþan öðrencileri suçlayan üniversite yönetimleri de bana hiçbir þekilde inandýrýcý gelmiyor.

Merak ediyorum acaba akademik özgürlük adýna hükümeti eleþtirmeleri gereken bir bildiri yayýnlamalarý þart olsaydý bugün ODTÜ Yönetimini ve rektörünü kýnayan üniversiteler bunu yapabilecekler miydi?

Ya da ODTÜ’de polisin aþýrý güç kullanmasýný eleþtiren üniversite yönetimleri ve öðretim üyeleri, kendi üniversitelerinde egemen olan örgütlü gruplardan gelen ihlalleri kýnamalarý gerekseydi aðýzlarýný açabilecekler miydi?

Birinci gruptakiler, son zamanlarda, özellikle yeni Ýçiþleri Bakanýyla beraber polisin siyasi nitelik taþýmayan olaylarda dahi tutumunun sertleþtiði bir ortamda onun aþýrý güç kullanmadýðýndan nasýl emin olabiliyorlar?

Ya ötekiler?

Görev yaptýklarý üniversitelerin militan öðrenci gruplarý tarafýndan domine edildiðini ve konuklarýnki dahil farklý görüþlerin ifadesine onlar tarafýndan izin verilmediðini bile bile, ifade özgürlüðünün þiddet kullanýlarak engellemesinin bir gelenek haline getirildiði bir ortamda, söz konusu gruplara nasýl bu kadar rahat kefil olabiliyorlar?

Belki de herkes her þeyi görüyor, ama kendi tribününe oynuyor.

Kesin olan ise, iki grubun da akademik özgürlüðü umursamadýðý.

**

Batýlý ülkelerde bir üniversiteye gittiðinizde, ilk önce oradaki öðrenci etkinliklerinin çeþitliliði cezbeder sizi. 

Panolarda ve duvarlarda her siyasi görüþten, yaþam biçiminden öðrenci gruplarýnýn afiþlerini, birbirine karþýt fikirleri içeren etkinlik duyurularýný yan yana görebilirsiniz. Herkes fikrini açýklar, protesto da eder, ama þiddet yoktur.

Her þey hoþ görülebilir ama zorbalýk asla.

Özgür bir toplumda üniversite, en aykýrý sayýlan fikirlerin dile getirilebildiði bir özgürlük adacýðýdýr. Ortaçað’da bile üniversite, baþka yerde dile getirilse insana deli gömleði giydirilecek fikirlerin görece serbest biçimde ifade edebildiði bir alaný ifade etmiþtir.

Bizde ise, özellikle 1933’te üniversitenin köküne kibrit suyu damlatan “Üniversite Reformu”ndan beri üniversiteler birer devlet dairesi veya resmi ideolojinin (Kemalizmin sað, sol ve Ýlahiyatlar söz konusu olduðunda islami versiyonlarýnýn) yeniden üretildiði yüksek liseler olarak kurulmuþtur ve bütün demokratikleþme süreçlerine raðmen hala da öyledir. Bu süreçlerden en az etkilenen kurumdur o.

Akademik özgürlük baþtan beri istenmemiþ ve yaþatýlmamýþtýr oralarda.

Ülkede ne altüst oluþlar, ne acýlar yaþanmýþtýr, halkýn çoðunluðuna yönelik ne darbeler, ihlaller yaþanmýþtýr, ama o sessiz kalmýþtýr; halkýn azýnlýðýna yönelik ne pogromlar, ne 6-7 Eylüller yaþanmýþtýr, ama o aðzýný açmamýþtýr; hatta izah etmiþtir. Kürtlerin varlýðýnýn inkar edildiði günden beri ne tedipler, tenkiller, tehcirler, katliamlar, faili meçhuller yaþanmýþtýr, ama o susmuþtur; konuþtuðunda da iðrenç konuþmuþ, darbelere, yasaklara destek bildirileri yayýnlamýþtýr.

Öðrencilerin denetimi de baþtan beri sadece polis ve jandarmayla deðil, ayný zamanda militan öðrenci gruplarýnca da saðlanmýþtýr. Bu büyük bir yönetme kolaylýðý saðlamýþtýr düzenin sahiplerine.

“Örgütlü azýnlýklar örgütsüz çoðunluklarý yönetir” kuralý iþlemiþ, her üniversite adeta bir grubun denetimine “verilmiþ” ve onlar eliyle tüm üniversiteler yönetilebilir hale getirilmiþtir.

Öðrencilerin kontrol altýnda tutulmasý ve üniversitelerin çeþitlilik ve çoðulculuk temelinde her tür fikrin dile getirildiði özgürlük adacýklarý haline gelmesi “tehlikesi” de, onlara tahakküm eden militan sað ve sol gruplar eliyle bertaraf edilmiþtir.

Hala da öyledir bu.

Üniversitelerdeki bu “fonksiyonel iþbölümü”, otoriter kiþilik yapýsýna sahip öðrenciler için de zengin bir av sahasý anlamýna gelir. Bu tür öðrenci, kazandýðý üniversitede egemen olan grubu çabucak bulur ve ideoloji deðiþtirme pahasýna onun bir parçasý olarak, diðer öðrencileri terörize edip egolarýný tatmin imkanýna kavuþur. Kesin inançlý ve fanatik öðrenci adayý ise, daha tercihlerini yaparken, kendi ideolojisindeki gruplarýn ötekileri bastýrdýðýný bildiði (“geleneði olan”) üniversiteyi seçer ve o baský mekanizmasýnýn bir parçasý olarak yerini alýr.

Sonuçta devletin baskýsýyla öðrencinin baskýsýna birlikte maruz kalan geniþ bir öðrenci kitlesi ise, ailesinden aldýðý “olaylara karýþma” öðüdünün de etkisiyle kamusal iþlerle ilgilenmez hale gelir. Tuhaf bir süreçtir bu; bazý yerlerde “düzenin koruyucularý” bazýlarýnda ise “düzenin muhalifleri” eliyle o öðrenciler etliye sütlüye bulaþmayan “ideal vatandaþ” haline getirilir.

Üniversite üniversite olmaktan çýkar.

**

Gelin üniversitelerde yaþananlara bir bakalým.

Ümit Özdað Gazi üniversitesine gidiyor ve MHP’de aday olma “günahý” nedeniyle ülkücü öðrenciler tarafýndan konuþturulmuyor. ODTÜ’de saðcý öðrencilerin barýþçý bir gösteri yapmalarý mümkün deðil. Bunu bütün hocalar bilir.

Son gördüðümde Ankara SBF’de bütün duvarlar sadece sol gruplarýn afiþleriyle doluydu ve sadece onlar düþüncelerini ifade edebiliyorlardý. Bir keresinde hatýrlýyorum, onlara doðrudan karþýt olmayan öðrenciler bir panel düzenlemek istediklerinde, sadece üniversite yönetiminden deðil, pankart açmamalarý ve slogan atmamalarý kaydýyla, bir de oradaki sol gruplardan da “izin” almýþlardý. Bir öðrenci kulübü bir etkinlik düzenlemek istiyor, ama birileri panel baþladýðý andan itibaren baðýrýp çaðýrarak konuðun konuþmasýný, onu dinlemeye gelen öðrencinin de dinlemesini engelliyor. Yumurta yaðmuruna tutulan bazen bir bakan olabiliyor, bazen bir yazar.

Yeni bir durum da deðil bu. Benim öðrencilik yýllarýmdan, sonra 90’lardan, konuþma yapmasý için davet edilen Mihail Gorbaçov kampustan “hýzla uzaklaþtýrýldý” günlerinden yakýn zamanlardaki “YÖK Baþkaný ODTÜ’den koþarak kaçtý” türünden haberlere kadar zengin bir tarihi var bu zorbalýðýn.

Kimisi “sermayeyi” istemiyor üniversitede, burasý bizimdir, giremezsin diyor, konuþturmuyor, kimisi “bölücüleri”, kimisi de “hainleri.” Öylesine yüce davalarý ve ideolojileri var ki onlarýn, ötekini susturmak meþru oluyor, yaptýklarý da “þanlý gelenek.”

Ve bugüne kadar baskýnýn bu boyutundan hiç söz etmeyen, ancak ötekilerin zorbalýðýna vuran bazý “muhalif” yazarlar da, ifade özgürlüðünün “bizden” olanlarca bastýrýlmasýný mistifiye etmek, þiddete felsefi temel oluþturmak için uðraþýyor. Aslýnda onlar da biliyor, birkaç yüz öðrencinin binlerce öðrenciye tahakküm ettiðini, bu tarz bir muhalifliðin sistemi zerre kadar yerinden oynatmayacaðýný ve düdük çaldýðýnda bu “þanlý geleneðin” sona ereceðini.

Þimdiye kadar bunun hep böyle olduðunu.

**

Hem ideolojik endoktrinasyon içeren bugünkü YÖK sistemine, hem polis þiddetine, hem de öðrenci gruplarýndan gelen ihlallere ayný anda karþý çýkmak mümkün. “Üniversiteye polis veya jandarma girmesin” demek de ancak böyle anlamlý olabilir. Ve Hükümet açýsýndan da, ancak barýþçý gösterilere þiddetle müdahale edilmediði yönünde bir güven tesis edildiðinde “onlar baþlattý, yoksa þiddet kullanmayacaktýk” sözünün inandýrýcýlýðý olabilir.

Eðer gerçekten demokratikleþeceksek, özgürleþeceksek, üniversitenin akademik özgürlüðe sahip olmasý þart.

Þiddeti, zorbalýðý, ister devletten ister öðrenciden, ister saðdan ister soldan gelsin, toptan mahkum etmek þart. Öðrenci veya deðil, en ufak bir þiddet uygulayan kiþi, bunu yaptýðýnda üniversite ortamýnýn dýþýna çýkarýlacaðýný bilmeli.

Tabii ki “her kafadan bir ses” çýkacak üniversitede. Herkes her istediðini dile getirecek, protestosunu da yapacak. Ama “Alinin yumruðunu sallama özgürlüðü Veli’nin burnunun baþladýðý yerde biter” kuralý da iþletilecek ve þiddete hiçbir biçimde izin verilmeyecek.

Er veya geç, ulaþmamýz gereken nokta budur.

Üniversite budur.