BM değişir mi?

Endonezya ziyareti sırasında Başbakan Erdoğan Suriye’de yaşanan krizden ve insanlık dramından hareketle Birleşmiş Milletler’i eleştirmiş, örgütün “bütün insanlığın hukukunu koruyacak, uluslararası toplumu ortak değerler ve adalet temelinde örgütleyecek şekilde yeniden yapılanması gerektiğini savunuyoruz” demiş. Ve Güvenlik Konseyi’nde tüm insanlığın, tüm kıtaların, tüm inanç gruplarının temsilcilerinin bulunması gerektiğini söylemiş.

Başbakan, beş daimi üyenin insafına bırakılan sistemin değişmesinin şart olduğunu vurgulamış. Gerçekten de BM’nin değişmesi ve günümüz koşullarına göre kendini uyarlaması şart. 2. Dünya Savaşı’ndan galip çıkan devletler tarafından kurulan örgüt bırakın Türkiye’yi bir kenara Almanya ve Japonya gibi ekonomi devlerine bile söz hakkı tanımıyor. Pek çok yerde çıkan çatışmalar, insan hakları ihlalleri konusunda sessiz kalıyor.

***

Aslında Suriye bir istisna değil kural. Örgüt kurulduğundan bu yana ortak güvenlik mantığına dayalı sistemini doğru dürüst işletemedi. Anayasası sayılan Şart’ında olan mekanizmaları bile kuramadı. Saldırgan devletlere karşı ortak bir tavır geliştiremediği için uzun yıllar sadece barış gücü operasyonlarıyla sınırlı faaliyet gösterdi. Ne saldırganlığın tanımı yapılabildi, ne saldırgana karşı tedbir alınabildi, ne de insani konularda gerekli tavrı takınılabildi.

Hatta Bosna ve Ruanda’daki insan kıyımları bütün dünyanın gözleri önünde, neredeyse BM’nin “denetiminde” gerçekleşti. Oysa BM 1945 yılında güya mirasçısı olduğu Milletler Cemiyeti’nin hatalarını tekrarlamamak amacıyla kurulmuştu. Yani bir ülke bundan sonra Japonya gibi Mançurya’ya ya da İtalya gibi Habeşistan’a saldırırsa anında cevap verilecekti. Kitlesel insan hakları ihlallerine karşı tedbir alınacaktı.

Ama Kore Savaşı ve Irak’ın Kuveyt’i işgali ve ilhakı dışında BM’nin ortak güvenlik mekanizması doğru dürüst çalışmadı. Çünkü kuruluşundan itibaren beş daimi üyenin veto hakkı vardı. Sistem, hem onların yaptıklarına göz yummayı, hem de onların müttefiklerinin haklarının korunmasını öngörüyordu. Amerika ve Sovyetler Birliği Soğuk Savaş boyunca etki alanları olarak gördükleri yerlere bol bol askeri müdahalede bulundular.

Biz de dahil pek çok ülke ise onların arasındaki bu dengeden ve anlayış birliğinden yararlandı. BM Şartı’nın 7’nci bölümündeki yaptırım tedbirlerinin uygulanamamasının verdiği rahatlıkla hareket etti. Sistemin reformu için de pek çok öneri gündeme getirildi. Bugün de reform tartışmaları gündemde. Belli ki Başbakan Erdoğan da bu tartışmalara ve Türkiye’nin pozisyonuna gönderme yapıyor.

Ancak sistem değişir mi diye sorarsanız, benim cevabım hayır olur. Her şeyden önce BM’nin kurucu belgesi öylesine kurgulanmış ki sistemin değişmesi için yine o daimi üyelerin rızasına ihtiyaç var. Onların da büyük bir dünya savaşının sırasında ve ertesinde kurdukları bu sistemden vazgeçmelerini beklemek gerçekçi değil. Beş büyük devlete karşı savaş açamayacağımıza göre de sistem sürecek demektir.

***

Bu yüzden Erdoğan’ın çıkışı sistemsel bir eleştiriden ziyade Suriye krizi karşısında sessiz kalan daimi üyeleri özellikle de Rusya Federasyonu’nu mahcup ve mahkum etme çabası olarak okunmalı. Unutmayalım ki bu tür pozisyon almalar sorunun çözümüne katkı sağlamasa da sistemin eksikliklerini gündeme getirmek ve Türkiye’nin sistemsel sorunlar karşısında dahi sessiz kalmadığını göstermek açısından önemli.

Tabii ki abartmamak kaydıyla. Ne de olsa bu tür çıkışların yanlış anlaşılması çok kolay. Dışarıdan bakanlar Türkiye’nin revizyonist bir politika izlediğini, imparatorluk günlerinin hayaliyle yaşadığını düşünebilirler. Türkiye’nin sistemsel değerleri savunduğunu Suriye özelinde onlara sahip çıkılmasını talep ettiğini gözardı edebilirler...