3 sene öncelerde, kendisi cumhurbaşkanı adayı olmayı göze alamayan bir parti lideri, partisinden bir kişiye, 'Gel buraya!' diye seslenip, 'Bizim partinin Cumhurbaşkanı adayısın..' demişti.
O aday da, yüzde 30 oy ile yenik çıkmıştı, seçimden..
Ama, bu bile, o partide bir rahatsızlık sebebi olmuştu. Çünkü, o aday, 'Ben partimin aldığı oydan yüzde 8-10 daha fazla oy aldım' diyor ve rahatsızlık artıyordu.
O partinin başkanı, 'Bizim partiyi idare etmek, devlet'i idare etmekten daha zordur' sözünü, işte o günlerde hediye etmişti, siyasî tarihimize..
'Başkan adayı' kişi ise, parti yönetiminin kendisinin seçilmemesi için çalıştığını; hattâ, yamuk davranışların, 'Gel buraya!.' hitabıyla başladığını söylemişti.
'Gel buraya!' hitabının ezikliğini taşıyan bu yenik aday, liderinin Erdoğan karşısındaki yenilgilerini hatırlatarak, 'Çıkmışsın yenmiş.. Çıkmışsın yenmiş.. Yenmiş de yenmiş, yenmiş de yenmiş.. Bu ne zamana kadar devam edecek yahu?' diye maskesiz bir mesafe koymaya başlamıştı.
Nihayet, evvelki gün, partisinden ayrıldığını manifesto havasındaki coşkulu bir konuşmayla açıkladı. Ama, siyasî mutfağından sunduğu çare, 100 yıllık bayat 'resmî ideoloji'den başka bir şey değildi.
Muhammed İqbâl, 100 yıl önce, 'Yenileşme yolunda seslenen o kişi, eski örtüyü yenileştirmek yerine, yine Lât ve Menat'a yöneldi.
Onun kanununda yeni bir ahenk yoktur, onun yenisi, Avrupa'nın eskisidir.
Onun göğsünde yeni bir nefes yoktur!' diyordu.
Muhammed İqbâl, sanki, bu sözleri şimdi yeni bir hareket başlattığını söyleyen siyasetçiye de söylemiş gibi..
Keşke, o coşkulu ayrılışta, geçmişin yanlış yürünmüş bir yol olduğunu söyleyip, 'redd-i miras' eyleyerek yeni bir yolculuğa çıkıyorum' deseydi.. Belki karşısına hayırlı bir yol açılırdı.
O ise, yeniden 1930'ların 'resmî ideoloji' ve 'ikon'una tutunup, ona yeni bir cilâ vurmaya kalkıştı..
Neticesini de şimdiden tahmin edebilirsiniz.
Bir diğer konu..
Ahlâkî sapkınlıklarıyla şöhret kazanan birkaç harfli örgütler başta olmak üzere, Avrupa ve ABD merkezlerinden verilen işaretlerle yeni bir 'Gezi Hadiseleri' tezgâhlamak rüyasına yatan odakların, kanûnî şartları haiz bir akademisyenin 'rektör' olarak tâyinine itiraz etmek gerekçesiyle başlattıkları gösteriler sosyo-politik gündemi meşgul etmeye devam ediyor.
Bu noktada, ısrarla söylenen laf olarak, 'Boğaziçi Kültür ve Kimliği'ne sıkça vurgu yapılıyor. Bu ise, gerçekte, diğer üniversitelere karşı bir üstünlük taslayıştan başka bir davranış değil..
Bu tavır, B. Amerika'da son Başkanlık seçimi sırasında ortaya çıkan 'beyaz üstünlükçü' hareketin bir kopyası..
Bu 'Boğaziçi Kültür ve Kimliği' lafının aslının ne olduğunu bu göstericiler ya bilmiyorlar; biliyorlarsa, başkalarının bilmediğini sanıyorlar. O mekânın ne olduğunu gençlik yıllarımızda, taa 1962'lerde (merhûm) Nureddin Topçu'nun yazılarından öğrenmiştik.
Şöyle ki: onun bir makalesinde yazdığına göre -özetle-,1860'larda, İstanbul'un caddelerini modern imkânlara göre yeniden tanzim etmesi için -sanki bu düzenlemeyi kendiliğimizden yapamayızmış gibi- Amerika'dan getirilen Cyrus Hamlin isimli bir mühendis, Rumeli Hisarı sırtlarında dolaşırken, 'Fatih Sultan Mehmed, Bizans'ı bu tepelerden fethetmiş, ben de bu ülkeyi yine bu tepelerden fethedeceğim..' diyerek burada bir 'mekteb' kurmaya karar vermiş ve amma, kimse arazi vermeyince, Sultan Abdulaziz zamanında, Sadrâzam Ahmed Vefik Paşa, o civarda bulunan kendi arazisini hibe etmişti, bu 'hayırlı'(!?) iş için..
Evet, Amerikan sermayeli, 'kültürel' kamuflajlı bir misyonerlik merkezi olarak 'Robert Kolej' böyle tesis edilmişti..
Ancak, bu mektebden rahatsız olan Sultan 2. Abdulhamîd, Ahmed Vefik Paşa ölünce, onu Robert Kolej'in duvarlarının dibine defnettirmişti; 'Taa Kıyâmet'e kadar, burada çan sesleri altında uyusun!' diye..
Hatırlanacağı üzere, bu 'Robert Kolej'den niceleri yetişmişti. En ünlülerden birisi de Bülent Ecevit idi. Nitekim, Meclis'te, 'Bu milletin temel meselelerini Robert Kolej'de çan sesleri arasında, papazların okuduğu çorbaları kaşıklayarak yetişmiş olanlar anlayamaz!' denildiğinde ona laf atıldığı ileri sürülmüştü.
110 yıla yakın bir süre 'eğitim ve kültür' alanındaki çalışmalarını devam ettiren bu kurum, Amerikan emperyalizmince, 1971-72'lerde Robert Kolej'in bir üniversite statüsünde olması şartıyla Türkiye'ye devredilmişti.
Bugün, 'Boğaziçi Üniversitesi' olarak anılan eğitim kurumu, evet işte, 1860'larda Cyrus Hamlin'in hangi niyetlerle tesis ettiğinin ipuçlarını yukarıda zikrettiğimiz Robert Kolej'dir.
Ve bugün, oradaki birçok öğrencinin, aralarına karışan anarşist ruhlu, örgütlü küçük ideolojik grupların peşine takılarak ve 'Boğaziçi kültürü ve kimliği' diye yaldızlanan, gerçekte 'Robert College' kültür ve kimliği'dir.
Daha da ilgi çekici olan şu ki, 7 Şubat akşamı, bir özel Tv. kanalında, bir bn. gazeteci, Robert Kolej, Türkiye'ye bırakılırken, şartnâmede, 'Üniversite dışında başka maksadlarla kullanılmak istenmesi durumunda, Amerika'nın bu kuruma el koyma hakkı bulunduğu'nu iddia ederek, şimdi o şartın gerçekleşmekte olduğunu imâ ve Amerika'ya 'gel-gel' diye işmar ediyordu.