Bölgemiz ve biz

Ölümsüz Kemâl Tâhir’in “alter ego”su (öbür ben’i) olan, yâni romanlarýndaki Kemâl Tâhir’i temsîl eden Gazeteci Murat, yine bilmemkaçýncý kez Çorum Mahbus Damý’nda çile doldururken bir sabah radyodan dehþetli bir haber öðrenerek irkilir. 1 Eylül 1939 sabahý olsa gerek. Koðuþdaki arkadaþlarý sebebini sorunca, Almanya’nýn birkaç saat evvel Polonya’ya taarruz etmiþ olduðunu ve bunun büyük bir harbe yolaçacaðý cevâbýný verir.

Bunun üzerine koðuþ arkadaþlarýndan biri sorar:

“Biz hangi tarafdayýz?”

“Biz tarafsýzýz.”

“Yâni biz savaþda yok muyuz?”

“Yokuz.”

“Beyim, yeryüzünün bir köþesinde bir savaþ olsun da Osmanlý kýlýcý kýnda koyup kenarda dursun; bunu târihler daha yazmamýþ; þimdi mi yazacak?”

Bu sözde büyük bir gerçeklik payý olduðu þübhesiz.

Ancak bunu biz Türklerin “kudurganlýðý”ndan (!) ziyâde içinde yer aldýðýmýz coðrafya ile îzâh etmek daha yerinde olur sanýyorum.

Ýlk devlet baþkanlarýmýz olan Çaðrý Beð ile Tuðrul Beð 950 yýl kadar önce gelip bizleri öyle bir yere oturtmuþlar ki, yeryüzünün en miskin milleti dahî olsaydýk, þöyle kenara çekilip çevremizde olup bitenlerin dýþýnda kalma þansýmýz olmazdý.

Çünki bizim aslýnda “çevremiz” diye bir þey bile yok. Bu “civarda” ne olsa biz hep bir þekilde o “þey”in ortasýnda buluyoruz kendimizi!

Üstelik yeryüzünün en “miskin” milleti de deðiliz! Bu da cabasý...

Durum bugün de farklý deðil.

Komþularýmýzýn kimler olduðunu bir hatýrlayalým ne demek istediðim anlaþýlýr.

Bugün can ciðer kuzu sarmasý olduðumuz Rusya, Bulgaristan ve diðerlerinden çoðu ile dahî daha dün denebilecek kadar yakýn bir geçmiþde bile neredeyse kanlý býçaklýydýk.

“Coðrafya kaderdir.” demiþ Dâhî Mütefekkir Ýbn Haldûn (1332-1406) daha 650 sene önce.

O bakýmdan bugün artýk bütün komþularýmýzla az çok iyi iliþkiler içinde bulunuþumuz, onlarla aramýzdaki problemlerin kökünden hallolunduðu anlamýna deðil, basîretli ve dirâyetli politikacýlar sâyesinde “pasifize” edildiði anlamýna gelir.

Böyle derken tabii sâdece bizim politikacýlarý kasdetmiyorum.

Bu tür politikalar sonucu zamân içinde bâzý problemlerin tedrîcen mâhiyet deðiþtirerek tehlikeli olmakdan, hattâ bizâtihî problem olmakdan çýkarýldýðý bile vâqîdir.

Her zaman deðilse bile ara sýra...

Öte yandan her ülkenin her zaman akýllý, dirâyetli ve basîretli politikacýlar tarafýndan yönetilmediði de bir vâkýadýr.

Bir deli bir kuyuya bir taþ atar sonra kýrk akýllý çýkaramaz diye çok önemli bir atasözümüz var.

Aslýnda atýlan yalnýzca bir taþ olsa boþverip geçebiliriz ama kimi deli tutup bir taç, bir taht yâhut bir sandýk dolusu mücevher de atýyor ki felâket zâten o vakit baþgösteriyor.

Durum bu olunca Türkiye’nin (okunuþu: Ankara) zahirî ve nisbî bir sükûnete aldanarak gevþemesi elbet sözkonusu olamaz.

Kimsenin böyle bir zanna kapýlmadýðýndan da emînim.

Üstelik ülkemiz, hakýykaten þâyân-ý hayret bir dinamizmle olaðanüstü bir ekonomik geliþme gösterir ve bu sûretle uluslararasý sahnedeki aðýrlýðýný her yýl farkedilir derecede yükseltirken hiç bir ülkenin, þu veyâ bu yanlýþ hesabla Türkiye’yi yine yanlýþ diyebileceðimiz bir alt kategoriye sokmayacaðý âþikârdýr.

Bu fýrsatý iyi deðerlendirmeliyiz!

Dýþ politikamýzla ilgili sorunlarý ve pürüzleri barýþçýl yollardan köklü çözümlere baðlamak husûsunde fevkalâde avantajlý bir zaman dilimindeyiz!

Bir hasýmla yâhut raqible, dimdik ayakda durarak ve onun gözlerinin içine bakarak müzâkere etmek baþkadýr; þiddetli bir kroþe yiyip sendelemiþken etmek baþka...

Fakat Türkiye’nin hâlihâzýrdaki saðlam ve avantajlý pozisyonu yalnýzca dýþ politik problemlerimizi çözümlemek için nâdir bulunan bir fýrsat ortamý yaratmýyor.

Ayný ortam iç politik sorunlarýmýz için de geçerlidir.

Bir örnek vereyim:

Türkiye þu anda “70 cente muhtaç” bir dilenci konumunda bulunsaydý Kürd Sorunu belki üç ayda çözülürdü!

Çünki çözdürürlerdi!

Ama öyle bir çözdürürlerdi ki bir daha sittin sene belimizi doðrultamazdýk!

Öte yandan þu sâhici durumumuzla da Kürd Sorunu’nu nisbeten kýsa sürede çözebiliriz.

Üç ayda belki olmaz ama meselâ altý ayda olabilir!

Tabii birtakým paranoyalarýmýzý silkeleyip târihin çöp kovasýna fýrlatmayý becerebilirsek.

Nasýl mý?

Yerim doldu; onu da müsaadenizle bir dahaki yazýya anlatayým.