Dile yeterince özen gösterilmemesi beni fevkalâde rahatsýz ediyor.
Hele yazarlarda bu özensizliði görmek daha da þey biþiy...
Onun için dayanamayýp iki ufak ukalâlýk edeceðim:
“Nefs-i müdâfaa” ve “fâil-i meçhûl” lakýrdýlarý.
Farsça tamlamalardaki kelime sýrasýný bir an dikkate alsalar hatâ iþlediklerini kendileri de fark edecekler ama umurlarýnda deðil anlaþýlan.
Bu tamlamalarý Türkçe tamlamaya çevirdiniz mi “müdâfaanýn nefsi” ve “meçhûlünfâili” gibi iki deli saçmasý çýkýyor ortaya.
Oysa doðrusu “nefsi müdâfaa” yâni kendi nefsini savunma ve “fâili meçhûl” yâni kimin yapdýðý belirsiz, bilinmeyen...
Bu kadar basit bir husûsa niçin dikkat edilmez anlamýyorum.
Ama ben istediðim kadar nefes ve mürekkeb tüketeyim; kimse iplemedikden sonra...
Huyum kurusun, kendimi tutamýyorum iþte...
***
Asýl deðinmek istediðim meseleyse þu: Irak’da devâm eden ve Sûriye’de nisbeten kýsa süre önce ortaya çýkan karýþýk durum yüzünden bu iki güney komþumuzun yakýn bir gelecekde daðýlacaðý tahminleri yaygýn.
Esâsen ben de bu tahmîne katýlýyorum. Hattâ daha bile ileri giderek bu iki sun’î yapýnýn, Soðuk Savaþ bitdikden sonra bile daha yýllarca nasýl dayandýðýna hayret ediyorum. Biliyorsunuz, Soðuk Savaþ sýrasý her iki bloka mensub devletler üzerindeki dâhilî baský o kadar yüksekdi ki kimse mevcud düzenini deðiþtirmeye cesâret edemiyordu.
Anlaþýlan artýk birtakým eski hesablarýn görülmesi vakti geliyor. Daha önce de birkaç kere ve ilk olarak 24 Mart târihli yazýmda iþâret etdiðim gibi Birinci Cihan Harbi’nden sonra Ýngilizler ve Fransýzlar Osmanlý Ýmparatorluðu’ndan geriye kalan beþ milyon kilometrekarelik son parçayý da unufak eder ve biz Türklere Ankara çevresinde mendil kadar bir “arsa” býrakýrken ortaya Irak ve Sûriye gibi iki nevzuhur devlet daha çýkarmýþlardý. Bunu yaparken, baþlarý derdden kurtulmasýn ve kendileri buralarda ebediyyen “hakem” rolünde kalsýnlar diye de hem Irak’ý hem Sûriye’yi etnik bakýmdan problemli duruma sokmuþlardý.
Bugün Türkiye’nin de baþýný aðrýtan Kürd Problemi önemli ölçüde bu adâletsiz taksîme dayanýr. Ne var ki Türkiye kendi Kürd problemini -zor belâ da olsa- halletmiþ sayýlýr. Avrupa’nýn bir parçasý, ayrýca NATO ve dört beþ sene içinde AB üyesi, üstelik sür’atle zenginleþen ve etkinlik kazanan bir devletin eþit vatandaþlarý olmak, öyle sanýyorum ki Kürdlerin pek de öyle ellerinin tersiyle itecekleri bir perspektif deðildir.
Lâkin Irak ve Sûriye daðýlýrsa (daðýlýnca!) bu iki ülkenin Kürdleri ne yapabilirler?
Kanaatimce iki ihtimâl var:
Ya birleþerek güneyimizde zayýf ve mütemâdiyen her türlü ölümcül tehdîde açýk bir devlet kurar ve bir daha rahat yüzü görmezler ya da berâberce Türkiye’ye katýlarak
(iltihak ederek) federatif bir yapý içinde müreffeh ve huzurlu bir hayat sürerler.
Muhtemelen Türkiye, Irak ve Sûriye Kürdistanlarý bu ikili federasyonun bir parçasý. Geri kalan bölümse diðer parçasýný oluþturur.
Ama bu, Türkiye’nin bölünmesi deðil geniþlemesidir.
Bölgede böyle bir düzen AB ve ABD’nin de iþine gelir sanýyorum.
Buradaki petrol ve doðalgaz çýkarlarýyla Ýran’ý kontrol altýnda tutma stratejilerini Türkiye gibi güvenilir ve tecrübeli bir partnerle yürütmek onlar için de þâyân-ý tercihdir zannýndayým.