Faik Tanrıkulu
Faik Tanrıkulu
Tüm Yazıları

Bölgesel savaşın eşiğinde miyiz?

Netanyahu hükümeti, işgalci saldırılarını sürdürmeye devam ediyor ve İsrail, savaşın cephesini genişleterek bölgedeki çatışmaları farklı alanlara yayma çabasını sürdürüyor. Geçtiğimiz haftalarda Gazze'deki iletişim altyapısına yönelik saldırılar düzenleyen İsrail, ardından Lübnan'ın güneyine yönelik operasyonlarını artırdı. Yarım milyon insan yollara döküldü; Lübnanlılar kuzeye, Suriyeliler ise ülkelerine kaçıyor. Kimisi başkent Beyrut'a, kimisi dağlara ve daha kuzeydeki bölgelere sığındı. Bir kısmı ise Suriye sınırında toplanmış durumda. Lübnan Sağlık Bakanlığı, çatışmalarda 558 kişinin hayatını kaybettiğini ve 1800'den fazla kişinin yaralandığını bildirdi.

Lübnan ve Suriye'ye Yönelik Askeri Operasyonlar

İsrail ise bununla yetinmeyip, Suriye'ye yönelik füze saldırıları gerçekleştirerek bölgedeki askeri varlığını artırma çabalarına hız verdi. İsrail, adeta bir ahtapot gibi kollarını genişleterek bölgedeki dinamikleri ve halkları yerinden etmeyi ve demografik yapıyı değiştirmeyi amaçlayan bu stratejisini uzun süredir sürdürüyor. Hatırlanacağı üzere geçen sene yaşanan çatışmalar sırasında Hizbullah'ın roket saldırıları nedeniyle İsrail'in kuzeyindeki yaklaşık 60 bin İsrailli, güvenlik endişeleriyle ülkenin güneyine göç etmek zorunda kalmıştı. Netanyahu'nun asıl amacı, Güney Lübnan'daki Hizbullah varlığını zayıflatarak bu bölgeyi güvenli hale getirmek ve kuzeydeki İsraillilerin evlerine dönmesini sağlamak.

Bölgesel Güvenliği Tehdit Eden Gelişmeler

İsrail'in stratejisi, işgal ettiği topraklardaki yerli halkı göçe zorlayarak bu bölgeleri İsrailli yerleşimcilerle doldurmak üzerine kurulu. Kapalı kapılar ardında Netanyahu hükümetinin, ABD'nin desteğiyle farklı cephelerde harekete geçtiği açıkça görülüyor. Lübnan'dan sonra hedef Suriye'ye yöneldi ve Suriye demek, aynı zamanda YPG/PKK ve Türkiye demek. Bu durum, ateşin yavaş yavaş Türkiye'nin kapısına dayandığını gösteriyor. Üstelik, Ürdün ve Mısır'ın da bu gerilimden etkilenebileceği ve İsrail'in bu ülkeleri de hedef alabileceği, İsrail basınında konuşulmaya başlandı.

Türkiye ve Bölge İçin Artan Tehdit

Netanyahu hükümetinin bu yayılmacı ve istikrarsızlık yaratan politikaları, sadece Lübnan ve Suriye'yi değil, aynı zamanda tüm bölgeyi tehdit ediyor. İsrail'in bölgede açtığı yeni cepheler, yalnızca işgal altındaki toprakları değil, bölgedeki diğer ülkelerin de güvenliğini riske atıyor ve bölgesel dengeleri altüst ediyor. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarının sadece bu bölgeyle sınırlı kalmayıp, tehdidin Türkiye'ye kadar genişleyebileceği konusunda uyarıda bulunmuştu. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da İsrail'in saldırılarını Lübnan'a doğru tırmandırdığını belirterek, Ürdün ve Mısır'da savaş riski olduğunu ve Netanyahu'nun savaşı bölgeye yaymakta kararlı olduğunu dikkat çekmişti. Benzer şekilde, Eski ABD Savunma Bakanı ve eski CIA başkanı Leon Panetta ' Çatışmanın büyüme potansiyelinden ve bunun bölgedeki istikrarsızlığı artıracağını ifade etti. Ancak buna rağmen, bazı stratejistler Gazze meselesinin Türkiye'nin meselesi olmadığını ve bu konuda sessiz kalınması gerektiğini savunuyor. Bu yaklaşım, uzun vadede İsrail'in Türkiye için de bir risk oluşturduğunu görmezden gelmek anlamına geliyor.

Öyle ki, sınır ötesinde YPG/PKK'yi kimlerin desteklediği ve bu yapının kendilerine göre bir devlet kurma hayali güttüğü açıkça ortadayken, bu durumu göz ardı etmek Türkiye'nin ulusal güvenliğini tehlikeye atabilecek bir stratejik hata olabilir. İsrail'in bölgede izlediği bu genişleme ve istikrarsızlaştırma politikası, sadece anlık tehditlerle sınırlı kalmayıp, Türkiye'yi de kapsayan daha geniş bir tehdit alanı yaratma potansiyeline sahip.

Tarihsel Örnekler ve İsrail'in Güç Zehirlenmesi

Tarih, bize saldırgan devletlerin nasıl güç zehirlenmesiyle kontrolsüz bir şekilde saldırganlaştığını ve sonunda kendi yarattıkları yıkımın kurbanı olduklarını gösteriyor. Hitler'in Almanya'sı bunun en çarpıcı örneklerinden biri. Hitler, dönemin en güçlü liderlerinden biriydi ve 3. Reich'ı kurmak için Avrupa'da birçok ülkeyi işgal etti. Ancak, bu saldırganlık ve yayılmacı politika sonunda Almanya'nın yıkımına yol açtı ve Hitler, kendi eliyle başlattığı savaşın içinde yok oldu.

Roma İmparatorluğu da benzer şekilde, sınırlarını sürekli genişletme ve askerî gücünü artırma hırsıyla hareket ederken, iç karışıklıklar ve dış tehditler karşısında zayıfladı ve çöktü. Her iki örnekte de görüldüğü gibi, bir devlet ne kadar güçlü olursa olsun, saldırganlık ve yayılmacı politikalar uzun vadede o devleti çöküşe sürükler.

Bugün İsrail de benzer bir güç zehirlenmesi yaşıyor gibi görünüyor. Bölgedeki askeri üstünlüğüne güvenerek sürekli yeni cepheler açıyor, komşu ülkelere saldırılar düzenliyor ve işgal politikasını sürdürüyor. Ancak tarihin bize öğrettiği bir şey var: Bu tür politikalar, kısa vadede kazanç gibi görünse de, uzun vadede o devleti yıpratır ve yok olmaya götürür. İsrail de bu saldırgan politikalardan bir gün büyük bir bedel ödeyerek ders alabilir. Tarih bunun örnekleriyle dolu.