Bütünlük için önce ilk 2 bölümü okumanýzý tavsiye ederiz:
Saltanat'ýn kaldýrýlmasý sýrasýnda Meclis'te sergilenen hakaret yarýþý, artýk doðrudan son Sultan ve Halife Vahideddin Han'a yönelmiþti. Makamýný, rütbesini; hatta Ankara'ya gitmesini bile Osmanlý Devleti'ne borçlu olan koca koca paþalar, velinimetleri olan bu devletin temsilcisine karþý sergiledikleri tavrý, efendiler "uþak"larýna bile layýk görmüyordu!
Meclis'te alýnan karar sonrasýnda Sultan Vahideddin Han'a yönelik baskýlar dayanýlmaz boyutlara ulaþmýþtý. Gazeteler her gün hakaret dolu manþetler atýyor, saraya tehdit yaðýyordu. Býrakýn Padiþahý, herhangi bir insana bile yapýlamayacak çirkin hakaret ve tehditleri reva görüyorlardý!
Ziya Gökalp, "Kara Sultan" adýný takmýþtý. Gazeteci Ali Kemal'i Ýzmit'e kaçýrarak linç ettiren Sakallý Nureddin Paþa, "Seni de getirip cezaný vereceðim" diye haber göndermiþti.
"SENÝ ASACAÐIZ, HEREMÝNÝ ASKERE VERECEÐÝZ"
Eyüp'teki Ümmî Sinan Tekkesi'nin son þeyhi olan ve Mustafa Kemal Paþa'nýn daha Ankara'ya gelmeden Ankara Valisi tayin ettiði Yahya Galip, "Ýstanbul'a geldiðimizde seni Sultanahmet meydanýnda asacaðýz. Haremini askerlere vereceðiz" þeklinde hayâsýz bir telgraf çektiðini utanmadan anlatmýþtý!
Asýl amaç Vahideddin Han'ýn gözünü korkutmaktý. Çünkü Ýngilizler de Mustafa Kemal de, yeni þartlarý kabul etse bile Ýstanbul'da kalmasýný istemiyordu. Payitahttaki "Ankara hükümeti temsilcisi" Refet (Bele) Paþa'ya, "Gitmesini teþvik ve temin et, kimsenin mani olmamasýný tembih et" uyarýsý yapmýþtý. Refet Paþa da, "Padiþahý biz yakalarsak Türk milleti bizi asla affetmez. Býrakalým gitsin, iþimiz kolaylaþsýn" cevabý vermiþti.
Bu dümenlerden haberi olmayan Vahideddin Han, Rafet Paþa'nýn, "Kalýrsanýz kan akacak... Hiç olmazsa birkaç aylýðýna gidin; ortalýk yatýþtýktan sonra payitahtýnýza yeniden avdet buyurursunuz" þeklindeki yalvarmalarýný samimi zannetmiþti![1]
Ýngiltere Büyükelçiliði'nin derin isimlerinden Andrew Ryan da 30 yýl sonra yayýnlanan hatýralarýnda, "Sultan'ýn gidiþi, Kemalistler için en uygun çözüm oldu" demiþti![2]
Canýnýn ve hareminin emniyette olmadýðýný anlayan Vahideddin Han, Kanun-i Esasî'ye göre hâlâ meþrû Sultan ve Halife olmasýna raðmen siyasî bir buhrana sebep olmamak için ortalýk yatýþtýktan sonra dönmek üzere hicrete razý olmuþtu.
Ýstanbul iþgal altýndaydý. Bir "iç seyahat" olan Samsun'a bile "Ýngiltere Vizesi" ile gidilen bir dönemde bir padiþah; ülke dýþýna nasýl hicret edecekti?
15 Kasým'da Ýngiliz Ýþgal Kuvvetleri Komutaný General Charles Harington ile temasa geçmiþti. Harington hatýralarýnda "Bir Sultan'ý kaçýrdýðým için suçlu vaziyetine düþmeye hiç niyetim yoktu. Talebin Padiþah'ýn el yazýsý ile ve mühürlü olmasýný istedim" diyor. Çünkü Ýngilizler, Hind Müslümanlarýnýn ayaklanmasýndan korkuyor; "Biz kaçýrmadýk, kendi isteðini yerine getirdik" demek için yazý istiyordu. Sanki durumu bu noktaya Vahideddin Han getirmiþti!
Çok çarpýtýlan bu süreci, bizzat þahit olan kýzý Sabiha Sultan "Nureddin Paþa, linç haberi gönderirken Dr. Rýza Nur Bey'in ise 'Linç etmek doðru olmaz. Fakat Anadolu'ya kaçýrýp bir askerî mahkemede yargýladýktan sonra en aðýr cezaya çarptýrmak lazýmdýr' dediðini öðrenen babam, bir Müslüman memlekete sýðýnarak hayatýný kurtarmak üzere bu mektubu yazmýþtýr" þeklinde açýklamýþtý."[3]
Buradaki "Bir Müslüman memlekete..." vurgusu çok önemlidir ve bu talebin neden yerine getirilmediðinin iyi düþünülmesi gerekir!
EVRAKI YAKTI, MÜCEVHERATI TESLÝM ETTÝ!
Veliahtlýk döneminden bu yana biriktirdiði bütün özel evraký þöminede yakmýþtý. Yanýna almak üzere ayýrdýðý birkaç nüshanýn en üstünde, kýymetli mücevherlerle kaplý çekmecesini Hazine'ye teslim ettiðine dair makbuz duruyordu! Son maaþýný da, "o ay tam çalýþmadýðý" gerekçesiyle iade etmiþti. "Birkaç kýymetli eþya alalým" teklifini kabul etmemesine çok þaþýran yaveri Tahir Bey'e, "Ne yapalým azizim, soðan ekmek yeriz" demiþti!
17 Kasým 1922 Cuma sabahý saat 08.00'de mülkünden ayrýlan son Osmanlý Sultanýný, Merasim Köþkü'nden (Ihlamur Kasrý), Albay Steele komutasýndaki Ýngiliz taburu uðurlamýþtý! Yanýnda, ailesinden sadece 10 yaþýndaki oðlu Ertuðrul Efendi vardý. Geri kalan 9 kiþi ise sadýk bendegânýndan oluþuyordu.
Aðabeyi Abdülhamid Han'ýn sürüldüðü sabahta olduðu gibi yine gökler aðlýyordu! Bir Ýngiliz ambulansýna bindirilen Sultan ve beraberindekileri, Dolmabahçe sahilinden ise Ýþgal Kuvvetleri Komutaný General Harington göndermiþti.
Ýngilizlerin, Malezya Müslümanlarýndan aldýðý "H.M.S. Malaya" zýrhlýsýnda Vahideddin Han'ý karþýlayan Amiral Sir Beauvoir "Artýk Ýngiliz topraðýnda ve güvendesiniz" demiþti! Oysa zýrhlý Ýstanbul'daydý!
Mustafa Kemal'in Ýngiliz vizesiyle gittiðini on yýllarca gizleyenler, Vahideddin Han'ýn ise zorla kovulduðunu gizliyor, özellikle Ýngiliz gemisiyle gitmesini vurguluyor. Ýþgal altýndaki bir devletin baþkaný baþka nasýl gidecekti ki?
Asýl sorgulanmasý gereken þey, neden iþgalciler dururken devletin sahibinin kendi topraðýndan kovulmasýdýr! Daha da acýsý, bir Türk yetkilinin bulunmamasýdýr! Refet Paþa, sabah uykusu arasýnda "Paþam, Paþam! Zat-ý Þahane gitti" diye baðýran yaverine "Emin misin, gözünle gördün mü" diye sormuþ, "Evet" cevabý üzerine derin bir "Ooohh!" çekerek tekrar uykuya dalmýþtý!
Millî Mücadeleyi bizzat baþlatan ve büyük destek veren Sultan, bu çabalar sonucunda toplanan Ankara Meclisi'nde "Vatan Haini" ilân edilmiþti. Oysa gitmekle, yeni Cumhuriyetin sultan kaný üzerine oturmasýný önlemiþ, milletin sînesinde onulmaz yaralar açýlmasýna mani olmuþtu.
Ýngilizler, Vahideddin Han'ý bir Müslüman memlekete deðil; Malta'ya götürmüþtü. "Hristiyan aleminde fazla kalamam" diyen Halife, 5 Ocak 1923 sabahý Hicaz'a gitmek üzere yola çýkmýþtý. 9 Ocak'ta Port Said'e ulaþan Sultan'ý, Mýsýr hükümetinden hiçbir yetkili karþýlamamýþtý! 2. sýnýf bir yolcu gemisiyle Süveyþ'i geçmiþ ve 15 Ocak'ta Cidde'ye ulaþmýþtý.
Mekke Emiri Þerif Hüseyin, Vahideddin Han'a görülmemiþ hürmet ve ikramda bulunuyordu ama "Halife" diye hitap etmekten özenle kaçýnýyordu. Ayrýca birlikte gittikleri Cuma namazlarýnda da hutbede Þerif Hüseyin'in ismi zikrediliyordu. Bazý dostlarý Vahideddin Han'ý, "Hilafeti almak için böyle davranýyor" diye uyarmýþtý.
Sultan Vahideddin Han, artýk vatanýna dönemeyeceði gibi hasret giderdiði bu mübarek beldede de fazla kalmamasý gerektiðini anlamýþtý. 20 Nisan'da Hicaz'dan ayrýlýp 24 Nisan günü Süveyþ'e gelen Vahideddin Han, trenle Ýskenderiye'ye geçmiþti. Kendisiyle görüþmeyen Kral Fuad, Ýngilizlerin talimatý sebebiyle, Mýsýr'da 72 saatten fazla kalamayacaðý haberi göndermiþti!
Mecburen denize açýlmýþtý! Bir cihan imparatorluðunun sahibi, cihanda barýnacak kara parçasý bulamamýþ, denizin ortasýnda kalmýþtý! Tam bir çaresizlik içerisinde beklerken, Ýtalya'nýn Ýskenderiye konsolosu gemiye gelerek Ýtalya Kralý'nýn, davet ettiðini söylemiþti.
Þu hale bakar mýsýnýz? Koca Ýslâm dünyasý, Haçlý-Siyonist güçlerin elinde esir olduðu için Müslümanlarýn Halifesini misafir edememiþ ve bu görev Hristiyan Ýtalya'ya kalmýþtý! Sürgün Sultan 2 Mayýs 1923 günü, "çile" yolculuðunun son duraðýna gelmiþti! Maddi sýkýntý içerisinde kývranan Vahideddin Han, kendisini Cenova Limaný'nda karþýlayan Kral Emanuelle'in aylýk yardým teklifini, "Halife, bir Hristiyan hükümdardan yardým alýrsa, bu Müslümanlarý rencide eder" diyerek geri çevirmiþti.
Hanedan ailesinin her biri ayrý bir dram yaþýyordu. Bunun asýl sebebi ise Türkiye'deki mallarýnýn resmen "yaðma" edilmesiydi.
TABUTUNA BÝLE HACÝZ KONMUÞTU!
O narin beden, bu kadar aðýr yüke fazla dayanamamýþtý! 4 Ocak 1861 günü Dolmabahçe Sarayý'nda baþlayýp "Sultan"lýktan "sürgün"e savrularak, 17 Mayýs 1926 Pazartesi günü Ýtalya'daki bir "çilehane"de sona eren hikaye, "Nasýl baþladýðýnýz deðil, nasýl bitirdiðiniz önemli" diyordu!
Koca bir imparatorluðun vârisi; yüz milyonlarca Müslümanýn halifesi, nankör dünyayý da çekilmez hale getiren sýkýntýlarýný da býrakarak, Rabbine kavuþmuþtu. Ama acaba, sýkýntýlar onun peþini býrakacak mýydý?
Haberi, dostlarýyla yemekteyken öðrenen Reisicumhur Mustafa Kemal, "Vah vah... Çok namuslu bir adam öldü. Ýsteseydi, Topkapý Sarayý'nýn bütün cevahirini götürür ve büyük bir ordu kurup geri dönerdi" demiþti.[4]
Cenova'da ise haberi duyan kasaba esnafý Manolya Villa'ya akýn etmiþti. Toplam borç 60 bin lireti buluyordu! Oysa son Osmanlý Padiþahý'nýn yastýðýnýn altýndan para deðil; parasýzlýktan alamadýðý reçeteler çýkmýþtý.
O sýrada baskýn yapar gibi gelen icra memurlarý, özel takýlar dahil; evde bulunan bütün eþyaya haciz iþlemi yapmýþtý! Hatta Sultan'ýn tabutuna da el koymuþ, "Borcunu ödemeden kaldýramazsýnýz" demiþlerdi!
"Vataný sattý" diyenlere, "Peki neden mutfak ihtiyacýný bile borçla aldý" diye sormazlar mý?
Sürgündeki Sultan'ýn naaþý, kýzýnýn takýlarý sayesinde hacizden kurtulmuþtu ama yine de defnedilemiyordu! Çünkü, semalarýnda ezan yankýlanan bir mezar yeri bulunamýyordu!
Neyse ki bin bir zorlukla Þam'a götürülerek, Suriye Hükümeti Reisi olan eski damad Nami Bey sayesinde, 3 Temmuz 1926'da yani 49. günde Selimiye Camii bahçesinde topraða kavuþmuþtu! Son Osmanlý Sultaný ve son Halifenin mezarý, "Bir garip öldü diyenler" hesabý; uzun süre toprak yýðýný halinde kalmýþ, yýllar sonra sade bir mermer lahid yapýlmýþtý.
--------------------
NOT: Özetlediðimiz bu dönemin vahim ayrýntýlarýný, öncesini ve sonrasýný, "DEVLET YIKAN TEFRÝKALAR" kitabýmýzdan (KTBKitap.com) okuyabilirsiniz.
[1] Murat Bardakçý, Þahbaba, Pan Yayýncýlýk, Ýstanbul 1999, s. 21.
[2] Sir Andrew Ryan, The Last of The Dragomans, Geoffrey Bles, Londra 1951, s. 230
[3] Murat Bardakçý, Þahbaba, Pan Yayýncýlýk, Ýstanbul 1999, s. 518.
[4] Murat Bardakçý, Þahbaba, Pan Yayýncýlýk, Ýstanbul 1999, s. 413.