Bosna’yı bekleyen tehlike

Batı Balkanlar’ın geleceği konusunda kafa yoranlardanım.... 
Özellikle Bosna-Hersek, Kosova, Makedonya ve Sırbistan’ın. 

Bu bağlamda, ekonominin siyaseti belirleyebileceği tezine de...

Ortak uzak tarihin gelecek inşasında gücüne de itibar ediyorum.

Lakin topyekun Batı’nın, Batı Balkanlar için tasarladıkları ile o bölge milletlerinin ve Türkiye’nin çıkarları her daim örtüşmüyor. Bilakis çatışmanın ana kaynağını Batı’nın çifte standardı ve kendi çıkarları için bölgedeki yarayı kaşıması neden oluyor.

Özellikle son Suriye iç savaşıyla birlikte sıklıkla kullanılan “yabancı cihatçı” kavramı...

Ve Batı’dan Suriye’ye giden savaşçılar üzerinden tezgahlanan oyunun bir bölümü Batı Balkanlar için de geçerli.

Bu maksatla, hem Avrupa basınında hem Amerikan medyasında “yabancı cihatçılar” kavramı etrafında yapılan tartışmalarda “Batı Balkanlar yabancı cihatçıların gizlenme yeri oldu” gibi çok muğlak, çok genel, toptancı bir yaklaşım ile bölge hedefe konulmuş görünüyor..!

Çünkü yakın gelecekte, Türkiye’nin de içinde olduğu yeni enerji koridorlarının bir kısmı bu bölgeden geçecek..!

Oysa biz Arnavutluk, Bosna-Hersek, Kosova ve Makedonya’nın vatandaşlarının yabancı ülkelerde savaşmasını engelleyen yasalar çıkardığını ve tedbir için “radikal unsurlara” üye olanların bir kısmını tutukladığını biliyoruz.

Lakin başta Brzenski gibi Amerikalılar (ki eski ajan) bu tedbirleri yeterli görmediklerini söylüyor. Ve her vesile ile görüyoruz ki neoconlara yakın medya Balkanlardan bine yakın savaşçının Suriye iç savaşına gittiğini dillendiriyor. (Fransa, Belçika, İngiltere gibi ülkelerden 20 binin üzerinde olduğunu biliyoruz.)

Bütün bu yönlendirilmiş bilgilerin bir bölümü özelde Bosna-Hersek’i ilgilendiriyor.

Ve tam da burada Türkiye medyasının bir kısmı bu kara propagandanın etki alanına girmiş görünüyor.

Hatta bir ileri adım daha atayım devlet ajansının  “yabancı uyruklu” bazı editörleri bu iddiaları araştırmak yerine destekleyen haberler yapmak için can atıyor!

İddiaların ve kara propagandanın araştırılması, gerçeklerin ortaya çıkartılması elbette gerekli. Bu konuda çaba harcamak da lazım.

Fakat!

1995 yılının Aralık ayında imzalanan Dayton Barış Anlaşması ile savaş bitti ama Bosna-Hersek’te kurulan “ucube yapı” birçok sorunu bugünlere kadar taşıdı.

Allah gani gani rahmet etsin Aliya İzzet Begoviç’in çabasıyla, o dönemde ileriye dönük sorun olabileceği öngörüsüyle Bosna hükümeti savaşa katılan “yabancıların” çoğunu sınır dışı etti. Elbette, savaş döneminin “radikal tortuları” bugüne kadar geldi.

Lakin hiçbir zaman Bosna-Hersek’de ne etkin oldu, ne de oransal olarak çoğaldı. Marjinal olarak kaldı.

Bunda elbette Türkiye’nin genelde Balkan ülkeleri özelde Bosna Hersek ile geliştirdiği ilişkinin rolü büyük.

Balkanlar üzerindeki yeni tezgahı “yabancı savaşçılar” kavramı üzerinden dillendiren Amerikan ve Batı medyasının aksine, bize düşen oralara ekonomik ve sosyal alanda açılımlar yapmak.

Öncelikli tartışmaya açmamız, gündeme taşımamız gereken ise Dayton’un “Bosna’daki karışıklığın nedeni olduğu” gerçeğidir.

Bosna’daki etnik bölünmüşlük sorununun “yabancı savaşçılar”dan daha büyük bir sorun olduğu...

Devletin yönetilemez bir anayasaya tabi olduğu...

Ve bu anayasanın kaynağının Dayton olduğu gerçeği çok daha sahici bir sorundur.

Boşnakların, Müslüman kimliğini “yabancı savaşçılar” kavramı ile “kirletmek isteyen” Batı ve Amerikan medyasının aksine...

Bize düşen Avrupa’nın orta yerinde Müslüman kimlikleriyle var olma mücadelesi veren Boşnakların yanında durmaktır.

Yunus Emre Enstitüsü’ne vizyon gerekli

2011 yılından bu yana Bosna’da ilkokullarda Türkçe seçmeli ders olarak okutuluyor.

Türkçe derslerinin verilmesinde Yunus Emre Enstitüsü’nün büyük katkısı var.

Türkçe dersini seçmiş olan 5037 Boşnak çocuk Zenitsa’da düzenlenen 23 Nisan etkinliğine katıldı. Biz de oradaydık.

Yunus Emre Enstitüsü demişken, kurulduğu günden son 1 yıla kadar paralel yapının merkez üssü haline gelmiş bir kurumdan söz ettiğimizi bilmemiz gerekiyor. Şimdi yeniden yapılanmaya çalıştıkça sorunları sürekli artıyor. Yunus Emre Enstitüsü Başkanı Hayati Develioğlu’nun “samimiyeti” ise bu sorunları çözmeye yeterli görünmüyor. Devletin bir vakfının sadece “Türkçe” üzerinden çalakalem yöntemlerle iş yapmaya çalışmasını görmek içimizi burkmuştur..!