16 yıl aradan sonra ilk televizyon mülakatını verdi, diye anonslandı Fethullah Gülen’in BBC röportajı. “İlk” vurgusu, konuşmayan birinin suskunluğunu bozması iması taşısa da daha sadece bir hafta önce, rutin açıklamaları dışında bir de Wall Street Journal’e konuşmuştu Gülen Hoca.
Öncesi de var. İçinden ananas, ihale planlaması, patronlara selam vesaire geçen ve buram buram dünya kokan konuşma -her ne kadarkendini dine-ilme adamış hocaefendi imajınıyerle yeksan etse de biz fanilere ulaşmış ilginç bir haberdi elbet.
Rutin konuşmaları dışında adamlarının, kurumlarının, medyasının yahut polis-adliye ekibinin yapıp ettikleri de fikir vermekteydi kumanda merkezinin siyasetine dair.
Fısıltıyla sızanı, kendisi bir biçimde onaylamamaktaydı sonradan. Nitekim Başbakan’a yönelik sarf edilen Yezid, Firavun, diktatör, Ebu Leheb, boşbakan, başcanavar gibi tahkir ve tahrik edici ifadelerin devamını da o getirdi: “Bu arkadaş”.
Kendi adıyla anılan bir cemaati ve devlet içine çöreklenmiş, dilediğinde harekete geçirebildiği bir çetesi olan, Pensilvanya ikametli Fethullah Gülen, Türkiye Cumhuriyeti’nin seçilmiş yetkilendirilmiş meşru Başbakanı’na “bu” diyor.
Beddua ederken “post”una, buyurduğunda “taht”ına oturan zatı-âlileri tam olarak şöyle diyor hatta: “Bir mabeyni hümayun var herhalde zannediyorum çevresinde. Mabeyn, padişahların etrafındaki insanlara deniyordu. Çevresinde zannediyorum meseleleri farklı intikal ettiriyorlar. Bir yönüyle, böyle rahatsız edici şeylere sevk ediyorlar sanıyorum bu arkadaşı”.
Yeni yerli sömürgeci
“Mabeyn-padişah” anıştırması, üzerinde durulmaya değer bir yenilik taşımıyor.
Sivil siyasi iktidar üzerinde baskı kuramayanlar koalisyonu, kaybedilen her seçimden sonra dozajını biraz daha artırıp diş gıcırdatarak bunu demekteydi zaten koro halinde. O yüzden geçiniz.
Ama “bu arkadaş” vurgusu mühim bir yenilik taşıyor.
Bir kere hem içerdiği yoğun kibri, hem nefreti gizlemiyor. Üstelik konuşanın kimliğini ilk kez bu kadar ele veriyor.
Konuşan kişi, sahiplik iddiasındaki yeni yerli sömürgeci.
Öncekilerden farkları olsa da tanıdık bir yanıyla.
Kendini bu ülkenin, bu toplumun, bu devletin sahibi sanan ve “sizin için en iyisini biz biliriz” diyenlerle ilk kez karşılaşmıyoruz sonuçta.
* Dönemin Avrupa’sında ‘aydınlanmış’ İttihat-Terakki’nin kibrini devşiren CHP’nin omuzlarına bastığı kendi halkını beğenmeyişiyle ontolojik akraba.
* Eğitime-eğitimli insana atfedilen kutsallığın, tevazu dahil erdemleri, ahlaki değerleri içermemesi halinde taşıyana nasıl zararlı bir yük olduğunu görememe hali.
* Devlette edinilmiş kadroları eş zamanlı harekete geçirebilme gücünün verdiği üstünlük duygusu. Bu üstünlük isnadının yakın zamana kadar sistemin tek hakimi olan askerin silahın soğukluğuyla edindiği kibre dahi fark atıyor olması.
* Hoşgörü, diyalog ve otoriteyle uyum argümanları sayesinde 160 ülkede iğne deliğinden geçebilen esnek bir hareketin kendi ülkesinde halk iradesini temsil eden siyasi otoriteyle uyumu falan umursamayıp diyalog ve hoşgörü imkânlarını bilhassa tercih etmeme lüksü.
* Eğitim üzerinden organize olmanın, küreselleşmenin, büyük bir network’e sahip olmanın, ekonomik-politik-toplumsal büyük bir alanı kaplamanın, siyasi güç olarak varlık bulmanın neticesinde ulaştığı “neyin doğru olduğunu siz değil ben bilirim, dediğimi yap yoksa...” şımarıklığı.
* Sivil iktidara siyaset dayatmak, hükümete iş öğretmek, direndiği, boyun eğmediği yerde emniyet-yargı-medya düğmesine basmak ve kirli siyasi ittifaklar peşinde koşmak.
Misyonerin kırbacı
Misyonerin sahiplik iddiası şefkatlidir. Sergilenen yumuşaklık ve nezaketli ısrardan belki bunalırsınız ama size zarar verebileceklerine zinhar inanmazsınız.
Bu böyle de sürebilir. Yeter ki teslim olun.
İtiraz eder, şüphe duyar, sorgular ve “hop bi dakka” derseniz o da gösterir sahipliğini.
Kırbaç önce çizmede, sonra sırtta patlar.
Kırbaç havada şu an. Kimin sırtına ineceği 30 Mart akşamı görülecek.