Bu Barzani var ya... Sizi satacak!

Diyorlar ki, “Nedir senin Hasan Cemal ve Cengiz Çandar’la alıp veremediğin? Hep kişiler üzerinden mi gideceksin? Allah vergisi kaleminden ne zaman bir fikir yazısı okuyacağız?”

Eksik olmasınlar... “Allah vergisi kalem” filan, bunlar güzel laflar da, kişiler üzerinden gidildiğinde, ortaya konulan itirazlar ve karşı çıkışlar “fikir” olmuyor mu?

İkincisi, Hasan Cemal ve Cengiz Çandar’la ne alıp veremediğim olabilir ki?

İkisiyle de tanışırım.

İkisini de severim ve söylediklerini “kayda değer” bulurum...

Benim bir yok ama onların kendileriyle bir “alıp veremedikleri” var.

Bunu yazıyorum... Tehlikeli olabilecek önermelerine ve önyargılı tutumlarına dikkat çekiyorum... Bazı konularda ayıp ettiklerini söylüyorum.

Muhalif bir tutum takınmış olmaları, “bütün kötülüklerin başı” olarak Erdoğan’ı göstermeleri “ayıplı yazılar” yazmalarını gerektirmiyor elbette.

Haksızlık etmelerini hiç gerektirmiyor.

Hasan abimiz, bir dönem (yani uzunca bir süre), “Niçin Kürt meselesini çözmüyorsun?” yazıları yazdı ve siyasi iktidarı sıkıştırdı.

Dedikleri üç aşağı beş yukarı şöyleydi: “Reformlar yaptın... Vesayet sistemini gerilettin... AB konusunda mesafe aldın... Ekonomiyi düzelttin... Bir sürü olumlu iş yaptın... Niçin Kürt meselesini çözmüyorsun?”

Dediklerinde haklıydı...

Madem bu hükümet “reformist” niteliğiyle öne çıkmıştı... Bir sürü olumlu iş yapmıştı...

Daha ne bekliyordu? Kürt meselesinin çözümü konusunda niçin gerekli adımları atmıyordu? (Niçin bu meseleyi muhataplarıyla görüşmüyordu? Niçin İmralı’yı dikkate almıyordu? Niçin yeni bir müzakere süreci başlatmıyordu?)

Tam da istediği şey oldu.

İmralı (dolaylı da olsa) muhatap alındı.

Çözüm süreci başladı.

Peki, “Çözüm isterim, başka da bir şey istemem” diyen Hasan Cemal ne yaptı?

Hemen dağın yolunu tuttu.

Evet, bildiğimiz dağ...

Diyarbakır’dan girip Kandil’den çıktı ve “Bu Erdoğan var ya... Sizi satacak!” demeye başladı.

Bu temaslarını da, marifetmiş gibi, köşesine taşıdı.

Diğerinin durumu daha acıklıdır.

Diğeri (yani Cengiz Çandar), Kürtlerle Türkler arasındaki en temel paydanın (İslam kardeşliğinin) bu meseleyi çözemeyeceğine ve bunun çok çok tehlikeli bir yol olduğuna ilişkin “tuhaf” (gerçekten de tuhaf) yazılar yazdı. Ve elbette çok yazık etti...

Dün bir başlık gördüm Radikal gazetesinde...

Cengiz Çandar’ın yazısının başlığı...

İlginç bir başlıktı bir sürü şeyi özetliyordu: “Dış politikaya ‘reset’, bir tür ‘Türk-Kürt ittifakı’, bir tür ‘Kürt bölünmesi’”

Böyle “öngörülü” (!) bir başlık attıktan sonra, altına ne döşerseniz döşeyin, niyetiniz asla “halis” olmaz... Yapılan işi (Diyarbakır’da yapılacak Erdoğan-Barzani zirvesini) “övüyor” görünseniz bile, sonuç değişmez.

Nitekim Çandar, yapılan işi övüyor: “Kim ne derse desin, Mesut Barzani’nin yanında Şivan Perwer’le birlikte Diyarbakır’a Tayyip Erdoğan ile görüşmeye gelmesi, Başbakan’ın hesabına ve hanesine bir ‘siyaset başarısı’ olarak kaydedilecektir.”

Hemen tahmin ettiniz:

Bu övücü cümleyi bir dizi “ancak” izliyor...

Daha doğrusu, “ancak”ların açılımı olarak bir dizi “kışkırtıcı ve kötücül” tespit sıralanıyor...

Bir şey daha öğreniyoruz:

Barzani’nin ziyaretinden sadece MHP’liler değil, Ahmet Türk gibi soldan çarklı “ulusalcılar” da rahatsız. (Herhalde dağdaki kimi unsurlar da rahatsızdır.)

Niye mi?

Bunun cevabını, Çandar’ın yazısına başlık olarak seçtiği cümlede bulabilirsiniz.

Hani biraz daha sıksa, “Bu Barzani var ya... Erdoğan’la iş birliği yapıp sizi satacak!” diyecekmiş gibi...

Bunu diyemiyor.

Bereket, Hasan Cemal kadar “açık sözlü” değil.