Bu beyler darbe istiyor

Kelimelere dans ettirme becerisine sahip Ahmet Altan, Türkiye’nin kurtuluşunun, ancak, “darbe” ve “iç savaş” gibi büyük bir altüst oluşla mümkün olabileceğini söylüyordu. 

Kardeşi de (ikinci cumhuriyetçi, liberal ve darbe karşıtı geçinen Mehmet Altan da) zaman zaman “benzeri düşünceleri” dile getirdi. Doğrudan “darbe”yi ima etmedi ama “iç savaşın kanlı cehennemini” önerdi. Mesele Erdoğan’dan kurtulmaksa, en ehven yolun bir iç savaş olduğunu ima eden, hatta bunu özendiren yazılar yazdı.

Başka?

Bizi sürekli “militarizmlerin” yaydığı tehlikelere karşı uyaran karşılaştırmalı edebiyat uzmanı Profesör Murat Belge de, “Bir darbeyi istemem ama...” şerhini düşerek, en ehven yolun darbe olabileceğini düşünmemizi sağlayacak çıkışlar yaptı.

Murat Belge’nin ötekilerden farkı şu:

Darbeyi hiç istemiyor... Temenni etmiyor... Ama “güvence” olarak görüyor. Neyin güvencesi? “Şeriat devleti tehlikesi”nin güvencesi... Laikliğin tehlikede olduğunu düşünenlere de sürekli bunu hatırlatıyor: “Ordu izin vermez...”

Bitmedi...

Murat Belge’nin “temenni etmem ama” ifadesiyle kararttığı en önemli düşüncesi de (dileği de) şu: “27 Mayıs benzeri bir müdahale olabilir...”

Önce “olabilir”, sonra “Erdoğan otoriterleşmesini sürdürürse böyle bir müdahale kaçınılmaz olarak gündeme gelebilir...”

Bu arada bir “özel bilgi”yi paylaşayım:

Darbeyi hiç temenni etmeyen Murat Belge, Erdoğan ismini duyduğunda hafakanlar geçiriyor. Öğrencileri, “Çıldırmış durumda” diyorlar, “Murat hocayı hiç böyle görmedik. Erdoğan’ı assalar bile içi soğumayacak...”

İçi soğumayan, soğumayacak darbe karşıtlarından biri de, Murat Belge’nin çok değer verdiği bir isim: Birikim dergisinin entelektüel genel yayın yönetmeni Ömer Laçiner...

Laçiner, 7 Haziran seçiminden önce, paralel cenahın televizyon kanalına çıkmış, “Erdoğan’ın, yasa dışı yollarla da olsa, mutlaka indirilmesi gerektiğini” söylemişti.

Bunları neredeyse ezberlediniz...

Daha önce, bu köşede, teferruatıyla paylaşmıştım.

En taze örnek, Wolfowitz’in arkadaşı olmakla övünen Cengiz Çandar’dan geldi.

Cizre’yi, Rus birliklerinin harabeye çevirdiği Dresden’e benzeten ve “Bu görüntülerin sorumlularının sadece ‘sandıkta mı hesap vereceğini’ zannediyorsunuz?” diyerek işi tehdide döken Cengiz Çandar, ötekiler gibi kıvırmıyor. “Bodoslamadan” dalıyor ve darbe dışında bir seçenek kalmadığını (artık bu yola girmiş bulunduğumuzu) söylüyor.

Kendisi anlatsın: “(Elde) kala kala, bir TSK, bir de Anayasa Mahkemesi kalmıştı. TSK, kurumsal olarak, siyasi iktidar bakımından ‘özerk’ konumunu her şeye rağmen koruyor olsa da, son yıllarda yaşanan gelişmelerden ötürü ‘checks and balances’ rolünü bugüne dek uyguladığı biçimde, şu sırada oynamayacak durumda. (Oynayamayacak demiyoruz, ‘şu sırada oynamayacak’ diyoruz.) Bu rolü, artık, bir kez oynayabilir. Düdüğü çalar. Oyunu durdurur. İlerde olur mu olmaz mı, bilemeyiz. Ama, buna imkân veren bir yola girilmiş olduğunu görebiliyoruz. Bu durumda, kala kala Anayasa Mahkemesi kalıyor. Erdoğan’ın ona yönelik ‘salvoları’, bu bakımdan ‘hukuk devletine elveda’ deme hazırlığı olarak görülebilir. (...) Bir süredir zaten vedalaşmaktaydık. Ama ‘elveda’ demek bir adım ötesidir. Geldiğimiz nokta, Türkiye’de ‘rejim sorunu’nun ciddi ölçülerde ve vahim biçimde ‘derinleştiğini’ ifade etmektedir. ‘Hukuk devleti’nden ne kaldıysa ve ne kadar kaldıysa, onun da sonuna yaklaşıyoruz...”

Beyleri dinlediniz...

Erdoğan’dan kurtulmak için “darbe” dışında bir yol görünmediğini söylüyorlar.

Problem, her şeye rağmen özerk konumunu koruyan TSK’nın, kendisinden beklenen rolü “şu sıra” oynamak istememesi.

Darbe isteyen beylerin dert ettiği en önemli konu “şu sıra” bu!