Bu defa bizi utandır

Başbakan Erdoğan, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun açtığı krediyi elinin tersiyle itti: “Sen kimsin ki bana kredi açıyorsun...”

Bir yandaştan beklenen, “Bravo... Ne kredisi? Kemal Bey kredi açacak durumda mı ki?” diyerek, bir tür “hık deyiciliğe” soyunmaktır.

Ben aynı kanaatte değilim.

Bu “kredi”nin dolaylı bir “katkı” olduğunu düşünüyorum.

Mesela, başörtüsü meselesinin “mesele” olmaktan çıkmasını, biraz da CHP’nin açtığı krediye, yani fikri takip huyundan (daha doğrusu “hafiyelik”ten) vazgeçmesine, başörtüsü konusunda “geleneksel refleksleri” göstermemesine borçluyuz.

Diyeceksiniz ki, “CHP’nin inanç özgürlüğüne engel olacak takti mi kalmıştı ki? El mahkûm. Muhafazakâr çoğunlukla niza halinde olmamak için, elbette başörtüsü evet diyecekti.”

Fark etmez...

Hangi gerekçeyle olursa olsun, CHP’nin katkısı önemlidir.

En azından, bunca mesele varken, bir de başörtüsü meselesinin ortaya çıkaracağı “huzursuzluğu” yaşamamış olduk.

Bu cümleden olarak, Kemal Bey’in, “Ses çıkarmayacağız. Kürt meselesini nasıl çözüyorsanız, çözün. İşte size kredi...” demiş olması da önemlidir.

Denilebilir ki, bugüne kadar “yapılması gerekenleri” yapmadılar, aldıkları “şahin” tutum nedeniyle Kürt meselesinin iyice kronikleşmesine yol açtılar, “Meclis’te çözelim” demiş olmalarına rağmen bütün parlamento süreçlerini tıkadılar, hatta “ana dilde savunma” konusunda MHP’nin bile gerisine düştüler.

Olsun...

İmralı’yla müzakerelere sessiz kalarak (tabir-i amiyane ile görüşmelere balta olmayarak) çözümü kolaylaştırabilirler...

Fakat bir sorun var... Çok ciddi bir sorun...

Kemal Bey verdiği sözün arkasında durur mu?

Ben “durmayacağı” kanaatindeyim.

Gerekçem de var.

İmralı’nın çözüm sürecine dahil edilmesi, daha önce de (2012’nin Ekim ayında) konuşulmuştu.

Kemal Bey, “dahil edilebilir” görüşündeydi.

İki gün sonra Milliyet gazetesine özel bir demeç verdi ve aynen şunları söyledi: “Kürt sorununun çözümü İmralı’yla gerçekleşmez. Bu iş ancak TBMM’de, dört partinin birleşmesiyle hallolur.”

Bu meselenin TBMM çatısı altında, “dört partinin birleşmesiyle hallolabileceğini” söylemek, “Kürt meselesi çözülmesin” demekle eş değerdi. Çünkü, başka bir sürü vasatta birleşebilecek dört partinin, en birleşmeyecekleri konu, Kürt meselesiydi.

Benzeri bir tutumu “Oslo görüşmeleri” konusunda da sergilemişti.

Mezkûr görüşmelerin tutanakları deşifre edilince kıyametleri koparmıştı.

Kamuoyu Başbakan’dan yana tavır alınca da, fikrini değiştirmiş, “Bu nevi görüşmelerin elbette olabileceğini” söylemişti. Maksat akan kanı durdurmakmış. Müzakere elbette olurmuş.

Elbette olacak müzakerelerin üstünden bir yıl geçti, CHP’nin “okumuş” Genel Başkan Yardımcısı Profesör Haluk Koç bir basın toplantısı düzenleyerek, zaten deşifre edilmiş belgeleri bir kez daha deşifre etti ve Oslo’ya heyet gönderen Başbakan’ı “vatana ihanetle” suçladı.

Kemal Bey ne mi yaptı?

Dört gün içinde, dört farklı demeç verdi.

Bakalım:

İlk gün demeci: “Müzakereler olmalıdır.”

İkinci gün demeci: “Terör örgütüyle masaya oturulmaz...”

Üçüncü gün demeci: “Biz müzakerelere karşı değiliz... “

Dördüncü gün demeci: “Oslo teslimiyetçi politikaların eseridir.”

Demek ki, dört gün içinde birbiriyle çelişen dört farklı demeç veren Kemal Bey’in bir “inandırıcılık” sorunu bulunuyor.

Dolayısıyla, açtığı kredi ciddiye alınmıyor.

Bari bu defa bizi tekzip etsin.

Utanalım.