Bu Hasan abinin yatacak yeri yok

Hasan abi (Hasan Cemal) hiçbir fırsatı kaçırmıyor... Kürt sorununda çözüm umudu tükendiğinde vuruyordu...

Çözüm ihtimali belirdi, yine vuruyor.

Silahlar konuştuğunda vuruyordu.

Silahlar sustu, yine vuruyor.

İmralı devreden çıkarıldığında vuruyordu.

İmralı devreye sokuldu, yine vuruyor.

Şehit haberleri geldiğinde vuruyordu.

Şehit haberleri kesildi, yine vuruyor.

Hasan abinin canı hep vurmak, dağıtmak, parçalamak istiyor.

Dün, “Neden Kürt sorununu çözmüyorsun ey Recep Tayyip Erdoğan!” diye vuruyordu.

Bugün, “Çözüm sürecini başlattın ama sen Kürtleri satacaksın, bakışlarından anlıyorum” diye vuruyor.

Diyorum ya, Hasan abinin canı hep vurmak istiyor.

Şimdi de, başdanışman Yiğit Bulut üzerinden vuruyor.

Bulut’un AB karşıtı ifadelerini bulmuş, Başbakan’ı AB’yi boşlamakla, İlhan Selçuk çizgisine gelmekle, içe kapanmakla, milliyetçi reflekslere kaymakla suçluyor.

Başbakan’ın, Yiğit Bulut’un yörüngesine girdiğini, yani Yiğit Bulut tarafından yönlendirildiğini söylüyor.

Bu yönlendirme, Başbakan’ı “İlhan Selçuk haline” getirmiş.

İlhan Selçuk da “mütareke basını” diyormuş, Başbakan da “mütareke basını” demeye ve Türkiye’nin AB yolunu savunan aydınları “mütareke basınının Ali Kemal’leri” diye suçlamaya başlamış.

Ortada bir “yörünge değişikliği” ya da “yönlendirme” yok, Hasan abi sallıyor; daha doğrusu canı hem Başbakan’a, hem Bulut’a haksızlık etmek istiyor ama maksat vurmak olunca, araç da (burada araç İlhan Selçuk oluyor) otomatikman meşrulaşıyor.

Hasan abi, İlhan Selçuk’un “mütareke basını” suçlamasıyla kimleri hedef aldığını bilmez mi?

Bilmez olur mu hiç!

Bugün “çözüm sürecindeki” tavrıyla asıl kendisinin İlhan Selçuk çizgisine geldiğini bilmez mi?

Bilmez olur mu hiç!

Hasan abi ayrıca AB’yle ilişkilerin nerede tıkandığını bilmez mi?

Bilmez olur mu hiç!

Dönem Başkanlığı Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’ne geçince nelerin değiştiğini, ilişkilerin nasıl dondurulduğunu, Sarkozy ve Merkel’in hangi engellemelerle karşımıza çıktığını, fasılların niçin açılmadığını, AB’den sorumlu Bakan Egemen Bağış’ın AB ülkelerine kaç ziyarette bulunduğunu ve hangi başkentleri dolaştığını ama buna rağmen AB’deki “fasılları açmama” inadının devam ettiğini bilmez mi?

Herkesten, hepimizden fazlasını bilir...

Diyorum ya, Hasan abinin canı “vurmak” istiyor.

Bir-iki gün önce, Koç’a kol kanat geren bir yazı yazdı.

Hükümetin Koç grubunu cezalandırmaya çalıştığını ileri sürdü.

Hayır, elbette Hasan abiden, “Ülkenin en büyük sermaye grubu niçin kapitalizmden ve piyasa ekonomisinden hoşlanmıyor? Niçin devletçiliği özlüyor? Niçin sürekli Türk solu tarafından korunup kollanıyor?” sorusunun cevabını istemiyorum.

Şunu söylesin:

Koç’un iştirakleri denetim dışı mıdır?

Her yıl binlerce şirket denetleniyor, bir şey olmuyor da, Koç denetlendiğinde neden ülkenin huzuru kaçıyor?

IMF’ye olan borcumuz azaldığında, Hasan abi Milliyet’teki köşesinde şunları yazmıştı: “IMF ile bir an önce anlaşma yapılmasında fayda var. Çok gecikildi. Geçen mayıs ve haziranda yapılmış olsaydı, Türkiye’ye 40 milyar dolar gelebilirdi. Şimdi ancak 20 milyarda kalacağız. Güncel soru: IMF ile anlaşma kapıda mı? Öyle gözüküyor, süreç hızlandı. Bir bankacı şöyle dedi: İlle de yumurtanın kapıya dayanması mı lazım? Bu yola daha önce gitseydik, çok daha iyi olurdu.”

Hasan abi burada, tabiri amiyane ile “kıtır” atıyor.

Bunları ona “bir bankacı” söylemedi...

Koç söyledi.

Daha doğrusu, Mustafa Koç’un söylediklerini köşesine taşıdı ve Tamer Korkmaz’ın ifadesiyle, “Bir an önce IMF ile anlaşma yapmazsan sandıkta bitersin” demeye getirdi.

Mustafa Koç da, o günlerde (Aralık 2008), IMF’yle en az 30 milyar dolarlık yeni bir anlaşma yapılmasını öneriyor, Türkiye’nin ancak bu şekilde rahatlayacağını ileri sürüyordu.

Bugün IMF’ye muhtaç değiliz ama Türkiye çok rahatsız...

Daha doğrusu, huzursuz...

Koç’un, “alınsın, yoksa batarız” dediği 30 milyar doları Başbakan elinin tersiyle ittiği için mi?

Bunu Hasan abi cevaplasın!