Bu hoca ‘dünya sopası’yla bizi hizaya sokacak!

Prof. Veysel Batmaz... İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesidir. Başarılı bir akademisyen olduğu söylenir. Özgürlüklerden yana tutumuyla bilinir.

Biraz solcuymuş.

Mümkündür.

İyi bir insan olduğu söyleniyor. Habermas’ın öğrenciliğini yapmış. Birazcık anarşist bir tarafı varmış. Hafiften de Atatürkçüymüş galiba.

Belki “liberal” bir tarafı da vardır. Olsun da...

Bir insan hem Atatürkçü, hem solcu nasıl olur, bilemeyeceğim. Bir bünyede, aynı anda ikisi birden nasıl barınır? Bunu da bilemeyeceğim

Prof. Veysel Batmaz Bey, bu iki farklı dünya görüşünden yahut felsefi önermeden (Atatürkçülüğü “felsefi bir önerme” sayarsak tabii), siyasal bir düşünce süzmüş...

Süzebilir.

Doğaldır, meşrudur...

Kimse Veysel Bey’e “Niye böylesin?” demedi.

Demez.

Niçin Gezi Parkı eylemlerine destek verdiğini sormadı.

Sormaz...

Neden Gezi Parkı eylemlerini yücelten ve idealize eden “özel bir tutum” takındığını kurcalamadı.

Kurcalamaz...

Sadece şunu sordu:

Sayın Veysel Batmaz Bey; Gezi Parkı eylemlerine katılan ve dolayısıyla sınavlara giremeyen öğrencileriniz için, rektörlükten “ek sınav” talep edeceğinizi söylediniz. Bu talebe olumlu cevap alamamanız durumunda, fiilen eylemlere iştirak etmiş öğrencilerinize dönem sonu sınavlarında “20 puan ek not” vereceğinizi (kapınıza astığınız bir duyuruyla) ilan ettiniz.

Bu hakkı nereden aldınız?

Eylemlere katılmak (öğrenciler açısından) kamusal bir yükümlülük mü?

Hangi yasa, hangi genelge, hangi yönetmelik bunu “kamusal ve eğitsel bir yükümlülük” sayıyor?

Öğrenci, okul zamanı okuluna gider...

Sınav zamanı, sınavına girer.

Kendisine kalan zamanlarda da istediği yerde eğleşir. İstediği etkinliğe katılır. İstediği eylemde boy gösterir.

Bundan size ne, bize ne, kime ne?

Fakat, kamusal ve eğitsel bir yükümlülük olmadığı halde, sınavları asıp kendilerini “hükümet devirmece” oyununa kaptıran öğrencilerinizi, 20 puan ek notla ödüllendireceğini söylemeniz, kusura bakmayın ama, hem fırsat eşitliğine aykırıdır, hem suçtur, hem de ayıptır.

Siz bu suçu işlediğiniz için, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü hakkınızda bir soruşturma başlattı.

Bana kalırsa bu soruşturmadan bir şey çıkacağı yok.

Çıkmayacaktır.

Fakat siz ne yaptınız? Orantısız bir karşı çıkışla, bir kınama bildirisi hazırlatıp, dünyaca ünlü 61 bilim adamına imzalattınız.

Bu bildiriyi de, mektup haline getirip, başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olmak üzere, YÖK Başkanı’na, İstanbul Üniversitesi Rektörü’ne ve birtakım basın yayın organlarına postaladınız.

Bildiride çok ayıp, çok “yakışıksız” ifadeler var.

Bir suç işliyorsunuz ve bu suçu gündeme getirenleri (suçunuzu biz gündeme getirmiştik ÜLKE TV’de), “yandaşlıkla”, “cumhuriyet değerleri karşıtlığıyla” suçluyorsunuz ve cezamızı vermek üzere dünyadan adam toplayıp getiriyorsunuz.

Kanada’dan Çin’e, ABD’den İsviçre’ye, Avustralya’dan Japonya’ya, Arjantin’den Singapur’a tam 61 akademisyen.

Üstelik, bildiride yanlış ve haksız ifadeler var: Kafanıza göre bir “akademik özerklik” tanımı yapıyorsunuz, akademisyenlerin aynı zamanda cumhuriyetin vatandaşları olduğunu söylüyorsunuz, eylem destekçiliğinin “akademik alanı içerdiğini” ileri sürüyorsunuz... Ama işlediğiniz suçu gündeme getirenlerin de “cumhuriyetin vatandaşları” olduğunu hatırlamak istemiyorsunuz.

Üstüne üstlük, bir de, “hedef gösteriliyorum” diye feveran ediyorsunuz...

İmzacı dostlarınızın isimlerini de verelim ki, “haksızlıklarınıza” hangi arsıulusal çevrelerden destek bulduğunuz ortaya çıksın:

John Makeham, John Brown Childs, Kwai Cheung Lo, Louise Edwards, Jack Qiu, David Palmer, Dianne Newell, Lindsay Waters, Wang Xiaoming, Ling-chi Wang, Kam Louie, Sebastian Veg...

Liste bu şekilde uzayıp gidiyor...

Sıkıldığım için kestim.

Hülasa Veysel beyefendi, konu “Türkiye’yi sıkıştırmak” (Türkiye aleyhinde kamuoyu oluşturmak) olunca, hazır bir destekçi kitle bulabiliyorsunuz yurt dışından.

Bu da “Gezi Ruhu”na uygun bir durum olsa gerek: Türkiye’yi dünya sopasıyla hizaya sokmak...

Fakat kuzum, her suç işlediğinizde dünyadan adam toplayıp üzerimize mi geleceksiniz? Suç işleme özgürlüğünün, bir “özgürlük” olmadığını ne zaman hatırlayacaksınız?