Mustafa Balbay’ın tahliyesi, diğer tutuklu vekiller için de örnek teşkil etmeyecek mi? Etmemeli mi?
Teknik ayrıntısını bilmiyorum ama iddiaya göre Anayasa Mahkemesi, Balbay’ın tahliyesine yol açan kararını, mağdurun (uzun tutukluluk süresinin mağduru olduğunu söyleyen Balbay’ın) başvurusu üzerine aldı.
BDP’li vekillerin ve MHP’li Engin Alan’ın, bu yolu izlemeleri durumunda (yani Anayasa Mahkemesi’ne gitmeleri durumunda), mahkemenin, Balbay olayında olduğu gibi, “tahliye kararı” vereceği yazılıp çizildi.
Mağdur avukatları, Balbay’ın durumunu emsal göstererek ilgili mahkemeye başvuruda bulundular.
Mahkeme, başvuruyu değerlendirdi ve “tutukluluğun devamı” yönünde karar verdi.
Kararın gerekçesinde, “emsal” durumunun burada geçerli olmadığı, her dosyanın kendine has “özellikleri” bulunduğu belirtiliyordu.
Özetle şunu söylüyordu mahkeme, “Her dosya diğerinden farklı olduğu için, bir dosya hakkında verilen karar diğer dosyalar hakkında bağlayıcı sonuç doğurmaz. Sanıkların üzerine atılı suçlar Anayasa’nın 83. maddesine göre dokunulmazlık kapsamında da değildir.”
Burada “bir dakika” demek gerekiyor.
Balbay’ın üzerine atılı suçlar “dokunulmazlık” kapsamına giriyor muydu?
Bilebildiğimiz kadarıyla, Balbay “mahkûmiyet” almıştı... Aldığı ceza henüz Yargıtay’ca onaylanmamıştı ama üzerine atılı suçlar, yine bilebildiğimiz kadarıyla “dokunulmazlık” kapsamına girmiyordu.
2010 referandumundan sonra, Anayasa Mahkemesi’ne “bireysel başvuru” yolu açıldı. Balbay bu hakkı kullandı ve yüksek mahkeme statüsünde olan Anayasa Mahkemesi de “özgürlüklerin iadesi” yönünde karar verdi.
Bu karar emsal teşkil etmelidir ve “bağlayıcı” olmalıdır.
Bu cümleden olarak, birinci kademe mahkemelerinden beklenen, sanık lehine karar vermesi ve özgürlüklerin yolunu açmasıdır.
İşin “siyasi” boyutuna girmiyorum.
Birinci kademe mahkemesinin “tahliye” kararı almaması elbette siyasi sonuçlar doğuracaktır ve “çözüm süreci” bundan zarar görecektir.
Meseleyi şimdilik “hukuk” ekseninde tartışıyoruz ve olup bitenlere anlam veremiyoruz.
Ne bombalar patlayacak
Denilen şuydu:
Seçimlerden önce ne bombalar patlayacak, ne yolsuzluk dosyaları açılacak, ne kasetler yayınlanacak...
Dün, “yolsuzluk ve rüşvet” iddiasıyla başlatılan operasyon çerçevesinde, aralarında bir belediye başkanının ve bakan oğullarının da bulunduğu bir dizi popüler isim gözaltına alındı.
Bu hadiseyi, “seçim öncesi patlatılacak bombalardan”biri mi saymalı?
Kamuoyu algısı, bunun “böyle” olduğunu söylüyor.
Bence işin derinlerde cereyan eden “kadim tartışmayla” da ilgisi var. Bu yönüyle, 7 Şubat krizinin bir devamı ya da artçısı sayılabilir... Bunu, Başbakan’ın tepkisine bakarak okumak mümkün...
Başbakan, sandığı işaret ediyor. Savaşın, kavganın ya da hesaplaşmanın, her neyse, seçim meydanlarında olması gerektiğini söylüyor.
Hadisenin “yansımalarını” konuşmaya devam edeceğiz.
Fakat, “yolsuzluk ve rüşvet” konuşmayacağız.
Başka şeyler konuşacağız... Hadiseyi başka aktörler üzerinden anlamaya ve yorumlamaya çalışacağız.
Buradaki “başka aktörler”ifadesinin yerine herhangi bir siyasi partiyi ya da herhangi bir oluşumu koyabilirsiniz.
Sonuçta taraflara (ve Türkiye’ye) kaybettirecek bir hadiseyi konuşmuş olacağız.