Bir resmî mâtem ve anma günü daha geride kaldı, ama tartışmaları devam ediyor. Konya Valisi, o gün, 09.05’deki siren çalımı ile İstiklal Marşı’ okunmasının üst üste gelmesi üzerine öylesine kızmış ki, ‘Atın bunları görevlerinden..’ demiş.. Halbuki, her zaman olabilecek teknik birisi.. Nitekim, 11 Kasım sabahı da, 1. Dünya Savaşı’nı sona erdiren ‘ateş-kes’ anlaşmasının 100’üncü yıldönümü için, 72 ülke liderinin katılımıyla Paris’te gerçekleştirilen törende de böyle aksamalar oldu, ama hiç kimse, ‘Derhal sorumluları atın!’ diye bağırmadı. Bu da, bizdeki resmî anma töreninin bir ritüel, bir âyin haline dönüştürüldüğü gerçeğini bir daha ortaya koydu. Yani, biranmanın çok çok ötesinde, tuhaf kelimesiyle bile anlatılamayacak birkutsama!
***
Edirne’deki bir anma töreninin yanından geçerken, Tıp Fakültesi’nde okuyan bir kız, orada kullanılan bir takım laflara karşılık, ‘O ilâh değildir.. İslâm kanunları yerine Batı kanunlarını getirmişti..’ diye söylenince, bunu duyan 1-2 polis hemen harekete geçirip, savcılığa götürüyorlar; savcılık da mahkemeye havale edince, netice mâlum..
Halbuki, o kızın söylediklerinde bir hakaret yok; Bir tespit var.. Yoksa o, o mahkemece de mi‘ilâh’ kabul ediliyordu ki, o ‘ilâh’lığın reddi, hakaret sayıldı? Ya da, Avrupa kanunlarının getirilmesi mi? (Hem de İslâm’a yapılan en ağır saldırılarla.. Haberleri olmayanlar, Medenî Kanun’un ‘Esbâb-ı Mûcibe Lâyihası’na bakabilirler.)
***
Bu yıl yapılan anma törenleri, sanki geçmiş uygulamaların daha bir hortlatılması mahiyetindeydi. Birçok toplu meskenlerde, site yönetimleri bile geçmişte görülmemiş bir uygulamayla, kapılara, ‘özlemle ve saygıyla andıkları’nı dile getiren ibarelerin yazıldığı kağıtlar yapıştırıldı.
Ana Okulu’na gönderilen 4-5 yaşındaki çocukların göğüslerine bile, ‘Seni seviyoruz..’ yazılı fotoğraflar iliştirildi.
Ekranlarda, daha önce görülmemiş şekilde, 7-8 yaşındaki bir kız çocuğuna, ‘Ahh seni sevmek ne güzel, ne güzel..’ şarkısı bu anma törenleri için uyarlanıp okutulmuştu.
Bunlara bir de yangına körükle gitmek isteyenleri de ekleyebiliriz.
Bu sütunda, (1 Kasım tarihli yazıda), ‘Dün siz mağdur olduğunuzu söylüyordunuz. Kızlarınızı başörtüleriyle okutmamışız.. İnancınızca yaşamanıza engel olmuşuz. (…) Ama bugün de biz mağduruz.. Ve bir gün gelecek, bunların hesabımı soracağız.. …O gün gelecek’ şeklinde -ve ana muhalefete ait- bir TV kanalında yayınlanan sözlerini aktardığımız M.K. isimli bir kadın gazeteci, şimdi daha da ileri gidiyor ve ‘10 yıl önce ona tapıyorum demezdim.. Ama artık evet, o benim ilâhım, tapıyorum.. Arkadaşlarım da ‘Biz de öyleyiz.. eskiden kusurlarını da görebiliyorduk, şimdi ise bir kusurundan söz edene çatacak kadar kinliyiz diyorlar..’ diye ifade ediyordu, bulundukları noktayı..
***
Buna karşı, K.M. isimli ‘tarihçi’ yazarın da ve geçmişte mâruz kaldığı haksızlıkları hatırlayıp, -kendi ifadesiyle- ‘Ben Türkiye Cumhuriyeti’nde ömrün boyunca en itibarsız insan iken ve nice arkadaşlarım, dostlarım bile görmezlikten gelir yollarını değiştirirken; bugün ziyaretime ‘Reis-i cumhur geliyor, Diyanet İşleri Başkanı geliyor.. Şeyhulislâm geliyor..’ diye memnuniyetini mest olmuş bir edâ ile dile getirmesinde kullandığı uslûbun, bir takım fitne odaklarını tahrik edeceğini gözönünde bulundurmaması, tuhaf değil mi.. Halbuki, rahatsızlığı üzerine insanî bir ziyaret yapılmıştır.
Devlet Bahçeli’nin de sözkonusu ‘tarihçi’ yazar için ağır hakaret sözlerini de geçelim.
Meclis Başkanı Binali Yıldırım’ın, ‘0, tartışılan bir ortak değerdir, tartışılamaz.. Ülkenin kurucu değerlerinin başında gelir’ sözleri ise, bütün bunlara‘tüy’ dikti.