Bu kadar hoyrat olma, sen de o sandığa gireceksin!

Metin Feyzioğlu “edepsizlik yapmadım” diyor... “Hayır, ille de edepsizlik yaptın” diyecek halimiz yok... 

Başbakan “teamül dışılığı” kastediyorsa, evet bir şeyler oldu galiba...

Hoş olmayan şeyler...

Nezaketen sana emanet edilmiş kürsüye çıktıysan, güne (Danıştay’ın kuruluşuna) ilişkin sözler söylersin, arada bir “hukuk devleti” dersin, varsa temsil ettiğin kurumla ilgili düşüncelerini dile getirirsin, istersen üstü örtük cümlelerle siyasete çakarsın (teamüldür, “kuruluş yıldönümü törenlerinde” kürsüye çıkan yargı adamları siyasete çakmayı “törenlerin olmazsa olmazı” saymaya başladılar), istersen açık siyaset de yaparsın...

Nitekim hep böyle oluyor...

Kürsüye çıka hukuk ve yargı adamları “açık siyaset” yapıyor...

Siyasetçi, onların şamar oğlanıymış gibi davranıyorlar...

Daha celadetlileri, işi hakarete bile döküyor...

Bir eski Anayasa Mahkemesi Başkanı, huzurdakilerin gözlerinin içine baka baka, “Laiklik adam olmaktır” diye saydırmıştı.

Bir diğeri, “hukuk devleti” lafzıyla kılıflayarak, dönemin Başbakanını 27 Mayıs’la korkutmuştu.

Biri “Cüzdanımızla vicdanımız arasında kaldık” diye şekvada bulunmuştu.

Biri, bütün problemlerin kaynağı olarak “din devleti arzularını” işaret etmiş, başörtülü vatandaş görüntüsünün aynı zamanda din devletinin izharı anlamına geleceğini söylemişti.

Biri, doğrudan Adalet Bakanı’nı hedef almıştı... Ona “gerici” demişti.

Bir Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı da, yine siyasetçilerin gözlerinin içine baka baka, aynen şunları söylemişti: “Bizim biricik görevimiz, aydınlanma taşıyıcılığıdır.”

Sonra da Voltaire, Diderot, Rousseau diye dümdüz gitmişti... Hepimiz bu değerleri okumalı, aydınlanmalıydık. Yargının bir görevi de, bu aydınlanmayı temin etmekti.

Bir kere, senin böyle bir görevin yok.

Senin görevin aydınlanma taşıyıcılığı değildir.

Senin asıl görevin, adaleti sağlamak, “hukuk”un gereğini yerine getirmek, düzgün kararlar vermek ve olabiliyorsa, “Bu ülkede de hakimler var” dedirtmektir...

Metin Feyzioğlu da bu geleneği bozmadı... Siyasi bir konuşma yaptı. Üstü örtük cümlelerle siyaset kurumuna çaktı... Daha önce “Bunun bir yolsuzluk soruşturması olduğuna inanmıyorum” dediği 17 Aralık süreciyle ilgili, dolambaçlı ifadelerle, suçlayıcı bir pozisyon aldı.

Hadi bunları yaptın...

Konuşmanı makul bir sürede tamamla, kürsüden in...

Hayır...

Hem sana verilmiş sürenin sınırlarına taşacaksın, hem siyasi değerlendirmeler yapacaksın, hem de “konteyner” filan diyerek o an cevap hakkı bulunmayan yöneticileri suçlayacaksın... Üstelik bunlar da haksız suçlamalar olacak.

Metin Feyzioğlu “konteyner” konuşması yapacağına, önce, “Nedir Baro olarak bizim bu hallerimiz” diye sorsun.

Bugüne kadar hangi “özgürlükçü” tutumu almışlar?

Demokratikleşme çabasına ne tür “katkılar” sağlamışlar?

Buna baksın...

Zahmet olmazsa, İstanbul şubelerinin faaliyetleri hakkında da itirazcı bir tutum geliştirsin.

Bu şube, her yıl, “Mahmut Esat Bozkurt Hukuk Ödülü” adı altında tuhaf bir etkinlik gerçekleştiriyor.

Bu ödül nedir?

Mahmut Esat Bozkurt kimdir?

Ödüller kimler (hangi değerler) arasında üleştiriliyor

Buna bir baksın.

Bir de, “demokrasi sandık değildir” diskurundan artık vazgeçsin.

Bahçeli’nin “çatı adayları” arasında ismi geçiyor... Aday olursa, biz onu sandıktan çıkarıp Cumhurbaşkanı yapacağız. Sandığa karşı bu kadar hoyrat davranmasın...