Bu kadar iyilik sağlığa zararlı (mı?)

Kürt sorunu’ diye bilinen ‘terör’ ile karışık kaderimizin değişeceği ufukta beliriyor... Aaaa, yoksa burnundan kıl aldırmamasıyla ünlü, varlığı boyunca kimse önünde eğilmemiş, Birleşmiş Milletleri bile takmayan İsrail Türkiye’den özür mü diliyor? O da ne, hep tek ayak üzerinde durmaya bizi mecbur eden, ‘sıfırcı hoca’ lâkaplı Standard and Poors derecelendirme kurumu da birdenbire notumuzu artırmasın mı?

Biz bu kadar şımartılmaya alışık değiliz; bu sebeple kafalarımızın karışması normal...

İyi de, bazılarımızın kafasının karışık olması bazılarımızı üzüyor işte... Süreç hakkında olmadık lâfları ardı ardına sıralayan, her yeni gelişmeyi kuşkuyla karşılayan ve hepsini kötüye yorumlayanlarımız hayli fazla...

Tartışmaya katılanlar arasında “Kürtler’le anlaşmak mı? Bu da nereden çıktı” tepkisini veren de var, “Türkler’le anlaşmak mı? Aman ha!” diye uyaran da... Gruplar imza da topluyor...

Kimi hükümetin bir yerlerle pazarlığının sonucu olarak görüyor olan-biteni ve meşrebine göre verilecek ‘tâviz’ tahminlerini sıralıyor; kimi İmralı’nın devlet tarafından teslim alındığını ileri sürerek Kürt kamuoyunu —tabii dağdakileri de— azla yetinmemeye davet ediyor...

Herhalde siyasi hayatımızda bu denli bir zemin kayması az yaşanmıştır. Pek çok kişi bugüne kadar savunduklarıyla ters düşme pahasına farklı köşelere savruldu kısa bir süre içerisinde; sayıları hiç de azımsanmayacak bir kesim ise top çevirip zaman kazanmaya çalışıyor...

Ne oluyor gerçekten? Satışa mı geliyoruz?

Aslında çoktandır olması gereken biraz gecikmeli olarak şimdilerde oluyor... Bunu da yine gecikmeli olarak kavuştuğumuz bir başka gelişmeye borçluyuz: Siyasi hayatımızın en büyük aldatmacasından kurtulmaya...

Lâfı uzatmayayım: 2002 seçimlerinin ortaya çıkardığı ve sonraki seçimlerin pekiştirdiği siyasi tablo, millet ile siyasi temsilcilerini birbirine çok yaklaştırdı; milletin doğrudan kendisini yönettiği sisteme son on yıl içerisinde bayağı yakınlaştık. Bu gelişme istikrarla birlikte siyasi temsilcilere halkın güvenini getirdi. Tek taraflı bir ‘güven’ değil bu; yani sadece halk seçtiğine güvenmiyor, seçilen de ‘özgüven’ kazandı bu yolla, daha cesur hareket edebiliyor...

Sonuç, bugünkü Türkiye’dir: Kaynaklarını mümkün olduğunca doğru kullanan, geleceğine umut bağlanılan, dış dünyayla ilişkilerinde kompleksten arınmış, bir vizyonu ve onu gerçekleştirme yönünde iradesi bulunan Türkiye...

‘Yeni Türkiye’...

Uzağında bulunmak veya karşısında yer almanın değil, yanından ayrılmamak ve birlikte hareket etmenin, ters düşmemenin, kızdırmamanın kazandıracağı bir ülke olmanın herhalde getirisi olacaktır, değil mi? Ayrılıkçı mücadele verenler ayrılmayıp içerisinde kalmayı daha doğru bulmaya başlamış, düşmanca davranan bir ülke tavrının zarar getirdiğini görünce özür dilemiş, derecelendirme kurumu not kırmanın kendi güvenilirlik notunun kırılmasına yol açtığını görmüş ve hepsi doğru yola girmiş ise şaşırmalı mıyız?

Buna şaşıranlara şaşırmamız gerekiyor...

Elbette kazanılan bu ‘yeni’ gücü doğru kullanmak, haklı talepler ve yerinde itirazlara kulak vermek ve gereklerini yerine getirmek de şart.